Uzun bir süredir devam eden, Filistin'de yaşananların geldiği nokta hepimizin yüreğini yaralamakla kalmıyor. Aynı zamanda yaraları derinleştirerek, acıları sürdürebilir bir hale getiriyor.

'Sürdürebilirlik' kavramının çok konuşulduğu ve kullanıldığı bir dönemde, acıların sürdürebilirliğini bu denli yaşamamız bazı şeylerin farkına varmamızı sağlaması gerekiyor. Yaşanan durum karşısında her sivil bireye dünya toplumunda etkin bir sorumluluk düşüyor.

İnsan hakları dediğimiz zaman bunun ne kadar ortak bir ihtiyaç olduğunu da görmemiz lazım. İnsan hakları meselesi taraflaşarak çözebileceğimiz bir mesele değildir. İnsan hakları meselesi parçası olmamız gereken ortak bir bütünolma meselesidir. Filistin-İsrail meselesiyle de bu bağlamda ele almamız gerekiyor. Bu bir kimliğin meselesi değil. Bu bir ülke vatandaşlığının meselesi de değil. Bu bir orta doğu meselesi de değil. Bu ortak değerler çerçevesinde ortak vicdanımızın ortaya konulmasına dayalı bir mesele.

Sivillere zarar veren eylemler terör suçunu beraberinde getirdiğini insan hakları bize ifade etmiyor mu? O zaman sivillere zarar veren eylemler her ne kimlikte her ne gerekçede olursa olsun 'terör' suçudur. Sivillerin terörize edilmediği bir dünya için bu bağlamda ortak bir eylemsellik gerekiyor. İnsan haklarının sivil sektörler tarafından kurulacak küresel dayanışma ile güvence altına alınması gerekiyor.

Hastaneler, kırılgan grupların bulunduğu ve sivillerin sığındığı güvenli alanlardır. Hastanelerin hedef alınması hem psikolojik olarak hem de yok etmeye yöneliktir. Ölümlere baktığımızda çoğunluğu çocuk ve kadınlar. Burada çatışmanın ötesinde yok etmeye yönelik 'imha savaşı' yani 'soykırım' söz konusudur.

Geçtiğimiz yıllarda da hastaneler hedef olduğunda ve şu anda da hastaneler hedefken ses çıkarılmadığı için saldırılar devam ediyor. Bu sayede hastanelere saldırıların bir hak görülerek normalleştirilmesi ve rutinleştirilmesi 'sıradanlaşması' meydana geliyor.

'İnsan hakları' ve 'insan onuru', batının medeniyet olarak savunduğu ve yaygınlaştırmaya çalıştığı değerler. Bundan dolayı bizlerde bu olayların başlangıcında ilk siviller hedef alındığında özellikle batı dünyasının şiddetli bir şekilde tepki göstermesini bekledik. Fakat batı devletlerinin duyarsızlıklarıyla karşı karşıya kaldık. Ama devletler ses çıkarmazken, toplumlardan — sivillerden şiddete ve bu insan haklarını çiğneyen savaş suçlarına karşı ses yükseldiğini görüyoruz.

Dünya liderlerinin koruyamadığı sivilleri ve sivillerin haklarını, yine siviller kendi koruması gerekiyor. Küresel çapta bir sivil irade göstermeli ve baskı oluşturacak eylemler yapmalıdır.

Küresel çapta devletlerin işbirliği ve yaptırımlarla tahsis etmesi gereken insan haklarının sağlanabilmesini ancak küresel bağlamda örgütlü ve güçlendirilmiş bir sivil toplumla sağlayabiliriz. Devletlerin koruyamadığı sivilleri, ancak sivil toplum tarafından oluşturulacak bir kaldıraç kuvveti koruyabilir. Dünyadaki kamu sektörlerinden özel sektörlere kadar kurumların ortak vicdanla hareket etmesini sağlayacak baskıyı oluşturmamız gerekiyor.