0

'Tarihi kahramanlar yazar, madalyayı millet takar "yazımız gösterdi ki biz daha bu işin başındayız. Mana ikliminden kopmuş haldeyiz. 'Süleyman kuş dilin bilir dediler. Süleyman var Süleyman'dan içeri' deme noktasında bile olmadığımızı bir kere daha üzülerek de olsa görüyorum. Diyor ya Özdemir Asaf 'Bir de ülkeler gördüm bavullar insanları taşıyordu' O zaman yeniden öze dönüşü, ihya ederken imha edeceğimiz ne varsa kendimizden başlamamız gerektiğini bir kez daha murçla yazılan bir yazı haline gelmesi gerektiğinin farkında olmalıyız.15 Temmuz, bizim vatan, millet, bayrak sevgimizi Büyük Millet bilinciyle bezeyerek İslam'ın gür sesini anlatmak için bir milat kabul edersek, işe insandan, insanı sevmekten başlamalıyız. Biz iki yerde yanımızda, arkamızda, önümüzde duranı seçemeyiz. Biri namaz diğeri ise cephe…Vatan ve millet müdafaasında sağıma soluma, arkama, önüme kim düşerse eyvallah….

Bugün farklı bir pencere açalım diyorum. Madem ki tarih tekerrür ediyor, madem ki bir girdiğimiz delikten iki, üç bilmem kaç defa daha girebiliyoruz o zaman diz çökül el aman dilenip geçmişin bütün pespaye işlerini ayağımızın altında çiğneme vaktidir. O zaman sözün üstadı Necip Fazıl Kısakürek'in boynumuza asılacak yaftasını beraber okuyalım. Milli Türk Talebe Birliği orta öğretim sorumlusu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın arkadaşı Mustafa Bilgi, birlik merkezine atılan bomba sonucu yanarak şehit düşmüştü. Olayın arkasında yabancı istihbarat örgütlerinin olduğu anlaşıldı. Müslüman gençliği sokağa, kavgaya, kana, anarşiye bulaştırmak, aynı mana uğruna farklı diyalektik ve aksiyon ile gitmeyi arzulayan ülkücüler ile kapıştırmayı, ayrıştırmayı amaçlayan bu saldırı Necip Fazıl Kısakürek'in tarihi bir nutku ile yeni bir kuşatmaya doğru yöneldi. Kısakürek, Mustafa Bilgi'nin öldürülmesine karşı, kana kan, cana can diyerek yapılan intikam yeminlerine karşı 'itidal' çağrısı yapıyor, akrebin kıskacında yoğrulan gençlerin bir adım geri çekilmesine neden oluyordu. Ekim ayında piyasaya çıkacak Milli Türk Talebe Birliği'nin 100 yıllık tecrübesini anlatan 'Büyük Doğu'nun Atlıları: Talebe' isimli kitabımızda yer alan bu nutuk 15 Temmuz sonrası boynumuza asacağımız yaftamızdır:

'Her gün, vücudundan üç buçuk milyar kilo gübre ihraç eden bir insanlık halinde, yaşayan ölülerle, ölü yaşayanların dünyasındasın! Bu iki büyük sınıf arasında netice bakımından büyük bir fark yok… Donu siyah ve mintanı beyaz neşeli soytarılarla, donu beyaz ve mintanı siyah hüzünlü maskaraların dünyası… Biri, vur patlasın, çal oynasın, hazım ve tenasül cihazlarına taç giydirirken, öbürü, yaşamın gayesini bir lokmayla bir hırka bilir ve bu iki sınıftan her biri, var olmanın sırrı ve gayesi üzerinde en küçük bir hesaba yanaşmaz.

Ömürler birer (otomat) edası içinde cami ile evi ve işi arasında geçen ve ibadetleri tahsildara vergi ödercesine şevksiz ve gönülsüz bir üslûp belirten her türlü hayat ve insan görüşünden yoksun, marka Müslümanlarını da ölü yaşayanlar sınıfına katabilirsin! Hatta bunları, pınarın başındayken suya uzanamamak bedbahtlığı bakımından yaşayan ölülerden daha acındırıcı kabul edebilirsin!

Mustafa Bilgi

İslam büyüklerince ilk vahdaniyetçilerden kabul edilen (Sokrates) bundan 24 asır evvel kendi tabiriyle halkını 'insanların alası' diye andığı Atina'da, her evin kapısını çalarak ve her rastladığının önüne asasını dikerek şu (alarm) çığlığını koparmıştı:

- Yaşanmaya değer hayat üzerinde ne düşünüyorsun?

(Sokrates)'ten 10 asır sonra Veda Haccında, kızıl tüylü bir devenin sırtında, batan güneşi arkalarına almış yüz bin sahabeye hitap eden Kainatın Efendisi, kainatın bütün meseleleriyle iç içe yaşanmaya değer hayat muammasının da çözülmüş bulunduğu anı, insanoğlunun tırmanabileceği son kelam olarak şu cümleyi buyurdular:

- 'İşte zaman, devrini icra ede ede, başladığı noktaya (gaye noktasına) vardı!'

Kemal ifadesinin başlangıç ve sonu birbirine bağlayıcı daire mefhumu üzerinde billurlaştırdığı namütenahi derin hikmet…Bu hikmetten 'her şey tamam!' manasına öyle bir gong sesi ürpermektedir ki, perde açarcasına İslam nimetlerinin geçit resmini vermekte ve bu arada, yaşanmaya değer hayatla, insan ve hayatın tam olarak hesabını kefalet altına alınmış göstermekte.

Şimdi: Ölümsüzlük şevkinin maddede ve manada istihsal tarlasıdır bu dünya. Aynı ölümsüzlük şevkinin girintili ve çıkıntılı ve bin bir iklimle süslü zeminidir, yaşanmaya değer hayat. Ve bu dünya ile bu hayatın gide gide ulaşacağı kalabalıklar üstü iki uç halinde iki kahraman tip:

Yaşayan ölülerle ölü yaşayanlara karşılık, ölmeden ölenler ve ölüp de ölmeyenler. Ölmeden ölenler, dünyayı aşan ve Allah'a erenlerdir ve bahsimizin dışındadır. Ölüp de ölmeyenlerse ölümsüzlük davasının senedini hayatiyle ödeyenler, şehitler. İşte, aslında mukaddes 'Mustafa' isminin sadık taşıyıcısı Mustafa Bilgi, 19 yaşında ve 2 gençliğinin hayat iştiyakiyle dolu en cezbeli döneminde, Allah'ın, kendisinde hiçbir liyakat ölçüsünü meydana vurmadan, birden bire şehitlik mertebesine, ölüp de ölmeyenlerin derecesine yükselttiği taze insan.

Mü'minliğin, şahıs kıymeti dışında, bir de yaşanılan zaman ve mekan şartlarına nispetle ayrı ve sosyal değeri var. Şehitlik için de aynı şey.

Sımsıkı bir iman dokusu belirten sağlam bir cemiyetteki mü'min ferde göre, bu dokunun her tarafından döküldüğü bir toplumda, nefsini koruyabilmiş imanlı şahıs nasıl muazzam bir fark belirtirse, küfre saldırıcı kitlelerin yığınlık şehitleriyle, küfrün hedef tuttuğu ve bütün İslam hıncını üzerinde topladığı ferdî şehit arasında da hayli mesafe olmak icap eder.

İşte, Mustafa Bilgi, 19 yaşına ve Allah'ın kendisinde hiçbir liyakat ölçüsünü meydana vurmamasına rağmen böyle bir şehit oldu ve 19 yaşının taraveti içinde ebediliği kazandı. Onun yanında, bir de Batı dünyasının vaftiz ettiği veled olmak seciyesini bir asırdır sadakatle yürüten, hatta devir terakki ettiren sözde Türk basınının vazife şehidi diye sıfatlandırdığı kokmuş cesetleri düşünün!

Mustafa Bilgi o müstesna şehittir ki, malûm devirler süresince Türk'ün ruh kökünü çürütme ve diliyle, tarihiyle, ahlakiyle, ananesiyle arasını açma cereyanının doğurduğu favorili, top enseli, zıpzıp beyinli ve kurbağa lügatçeli nesillere nispet, sırf ilahî imdat yüzünden maya tutuveren sürpriz gençlik içinde yer almış ve işte o gençliğin bu gün tek çatısı halindeki Millî Türk Talebe Birliği mekanında, o gençliğe yönelttikleri silaha hedef olmuştur.

Hedef, Mustafa'nın şahsında ikidir:

Evvela İslam'dır…

Sonra, İslam'ın en derin, en gerçek, en titiz ve yüzde yüz 'hep'ci manada temsil ve topyekûn kainat ve insanlığa tatbik ehliyeti yolunda ilerleyen yeni gençlik… Yani siz!..

Eğer niyetleri sadece umumî manada sadece iman ve İslam'a karşı bir tecavüz olsaydı, yolda bu kuytu bir köşede, softaya benzettikleri herhangi bir şahsı öldürmekle yetinirlerdi. Öyle yapmadılar!

Mustafa Bilgi o şehittir ki, kendi Müslümanlık hissesiyle öz nefsi hesabına değil, ayrı ayrı her birimiz adına, yeni gençliğin yekûnluk iman hissesi adına can vermiştir. Mustafa Bilgi bu kadar büyük bir manaya layık mıdır?

Bu ince nokta üzerindeki hikmeti araştırmayınız ve Allah'ın, kapalı kalplere gömülmüş belirsiz cevabı olarak, silik bir kuluna layık gördüğü manayı siz de başınıza tac ediniz!

Onu, 19 yaşında bu erişilmez makama Allah tayin etti; bize düşen vazife de o mananın etrafında halkalanmak, o mananın derinliğini bulmaya çalışmak oldu.

İslam henüz çile devrindeyken, ilk şehidini, hem de bağlılarının en zaifiyle, bir kadının şahsında vermişti.

Hiçbir dava, kurbanını vermedikçe o yerden gök arası inşasını perçinlemiş olamaz.

Biz de, yerin dibine geçirdikleri ebediyet mimarisini, gök delenlerin en muhteşemi olarak yeryüzüne çıkarma ve yıldızlara kadar yükseltme davasında, (beton – arme) harcımızı Mustafa'nın kanıyla ıslatıyor; ve böylece bir üfürüklük sefil gecekondulardan ibaret eserleri önünde, aşınmaz, örselenmez, parçalanmaz ve yıkılmaz binanın inşasını, Mustafa Bilgi'nin bilgili ve sevimli nesline ısmarlıyoruz.

Mustafa Bilgi'nin intikamını düşünmeyiniz! Onu öldürenler, topyekûn yeni iman gençliğini kastetmişlerdi. Size düşen, karşılığında aynı çapta olması gerektiğine göre, siz, büyük inşanızı tamamlamaya bakınız! O zaman topyekûn küfür yığınını o binanın temelleri altında ezilmiş ve kemiklerini tebeşir lekesi haline gelmiş bulacaksınız! Elverir ki Allah 'ol!' desin.'

Bu yazıdır kahraman Mustafa Bilgi'nin madalyası…Gerisi angarya…