Ülkemizde birçok kişinin 'Kudüs' denince tasavvur ettiği şeyin bir toprak sorunu olmasından daima endişe duymuşumdur. Kudüs, üzerinde bulunduğu coğrafya açısından elbette önemlidir ve bu durum, Kudüs'ün, –işgal devletinin değil ama- Filistin'in ebedî başkenti olmasıyla pekişmektedir.

Kudüs, coğrafî sorunların ötesinde üç dinin mukaddes şehri olarak daima ilgiyi üzerinde toplamıştır. Şurası muhakkak ki Kudüs, dört yüz bir yıl süre Osmanlı hakimiyeti devrinde 'barış şehri' özelliğini muhafaza edebilmiş ve ardından gelişen olaylar sonucunda Arap – İsrail anlaşmazlığının merkezine çok kısa sürede oturmuştur.

Kudüs'ün kalbi diyebileceğimiz Mescid-i Aksa Alanı'nın Kubbe't-us Sahra'nın altında yer alan Muallak Kayası nedeniyle önemini hepimiz biliyoruz. Yahudilere göre Tanrı, dünyanın yaratılışını söz konusu kayadan başlatmış, Yahudi ve Hıristiyanlara göre Hz. İbrahim, oğlunu burada kurban etmeye teşebbüs etmiştir. Hz. Süleyman'ın inşa ettirdiği Süleyman Tapınağı'nın 'Kutsallar Kutsalı' denen en mukaddes odası da Yahudilere göre bu kayanın üzerine denk gelecek şekilde yapılmıştır. Söz konusu odaya insanların girmesi kesinlikle yasaktır sadece başkohen, o da sadece yılda bir gün olmak şartıyla bu yasaktan muaf tutulmuştur.

Tapınağın Babil Kralı Nabukadnezar tarafından MÖ 586'da yıkıldığı ve hatta Yahudilerin bir bölümünün, bugün Irak toprakları olan Babil'e sürgüne gönderildikleri bilinmektedir. Bu olay, Yahudi tarihinin önemli kırılma noktalarından biridir. İlk tapınağın yerine Pers Kralı Kyros'un desteğiyle MÖ 516'da yapılan ikinci tapınak, kaynaklarda ilkinin gösterişli görünümünden uzak olarak tanımlanmaktadır. İkinci tapınak, MÖ 19'da Roma'ya bağlı Kral Büyük Herodes tarafından genişletilir. Ancak tapınak, Yahudi isyanlarından bıkan Romalıların Kudüs'ü aldığı acımasız saldırılarıyla MS 70'de yerle bir edilir. Bugün Müslümanların 'Burak Duvarı' Yahudilerin 'Ağlama Duvarı' olarak andığı duvar, ikinci tapınağın istinat duvarıdır. Şu unutulmamalıdır ki MS 70 yılından bu yana radikal Yahudiler, Mescid-i Aksa alanına tapınağın tekrar inşasını, kendilerine nihaî hedef olarak koymaktadır.

Gerek 1967 savaşını ve gerekse son yıllarda sayısı giderek artan, girmeleri yasak olduğu halde Mescid-i Aksa'ya Yahudilerin tecavüzlerini, yukarıda çok kısaca açıklanmaya çalışılan nedenlerle iyi anlamlandırmak gerekir. Radikal Yahudilerin Mescid-i Aksa alanına sahip olmak için gerçekleştirdikleri yasal olmayan ziyaretlerin sayısı, her yıl artmaktadır. Bunun önüne geçilmemesi ve aksine işgal devletince desteklenmesi, resmen Ürdün toprağı olan alan için korkutucu geleceğe işaret etmektedir. Nitekim geçtiğimiz günlerde işgal kuvvetlerinin Mescid-i Aksa'ya, üstelik Müslümanların en mukaddes günlerinde gerçekleştirmekten çekinmedikleri çirkin saldırıları, bunu bir defa daha göstermektedir.

Kudüs, elbette Hıristiyanlar için önemli şehir, bir hac merkezidir. Tanrısal öze sahip olduğuna inandıkları Hz. İsa ile Hz. Meryem ve havariler bu şehirde yaşamıştır. Şehrin Hıristiyanlık açısından kutsallığı bunlarla da bitmez; Hz. İsa'nın muallak kayası üzerinde ve Tarsuslu Paulus'un Mescid-i Aksa sahası içinde vaaz verdiği, rivayetler arasında yer almaktadır. Bütün bunların ötesinde Hıristiyan inancına göre Kudüs'te Golgota Tepesi'nde Hz. İsa'nın çarmıha gerilmiş olması, şehrin Hıristiyan inancındaki konumunun temel nedenini oluşturmaktadır. Tüm bunlar, Kudüs'te Hıristiyanlığın çeşitli mezheplerine ait birçok dinî kurum veya ibadethanenin zaman içinde oluşmasını sağlamaktadır.

Elbette İslamiyet açısından Kudüs, ilk kıblemiz olarak büyük bir öneme sahiptir. Böyle kısa bir cümle ile ifadenin yeterli olmadığını düşünerek sizleri 'kıble'nin ne olduğunu dikkatle düşünmeye davet ediyorum. Hz. Muhammed'in (sav) üzerine basarak arşa yükseldiğine inandığımız muallak kayası, Abdülmelik bin Mervan'ın 686 – 691 arasında inşa ettirdiği Kubbet-us Sahra'nın içinde yer almaktadır. Yahudilerin peygamberlerini de kabul eden Müslümanlar için Kudüs, böylelikle daha büyük bir önem kazanmaktadır.

Ancak işgal devletinin yıllardır Filistinlilere karşı bitmeyen zulmü, mukaddes Kudüs şehrinin yapısını mahvetmekte, olması beklenen uhrevî havayla bağdaşmayan gaddarca tutum, şehrin tabiatına aykırı görüntüler oluşturmaktadır.

İçinde barındırdığı mukaddesat nedeniyle bir barış şehri olması beklenen Kudüs, bu vasıftan şimdilik çok uzak görünüyor. Şehrin son yüz yılı savaş, işgal devletinin Müslümanlara ve Müslümanlarca mukaddes kabul edilen mekanlara yaptığı bilinçli saygısızlıklarla geçti. Önümüzdeki yılların da farklı olması beklenmiyor…

İşgal devleti, Filistinlilere esir muamelesi yaptığı gibi varlıklarını yok etmek için baskı kurmayı devletinin asıl kuruluş amacı olarak benimsiyor. Dünyanın gözleri önünde Kudüs ve bütün Filistin'de olanlar, insana gerçek anlamda acı veriyor. Tabi sadece insan olana acı veriyor…

---------------------------

Öğr. Gör. Dr. Murat Özyıldırım, Mersin Üniversitesi Fen edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü, Mersin. E posta: [email protected].