0

Hepimizin bildiği gibi 2015 yılı; Ülkemizde siyasi belirsizliklerin ve terör olaylarının yaşandığı, toplumun huzurunun olmadığı, gerek küresel ve bölgesel gerekse içsel kaynaklı ekonomik sorunların etkisinin yoğun hissedildiği bir yıl olmuştur. 1 Kasım Seçimleri sonucunda siyasi belirsizliğin bitmesi ve 64.Hükümetin görevine başlamasını müteakip terör sorununu her boyutuyla ele alıp çözmek, Ülke içindeki siyasi tansiyonu düşürmek, bölgemizdeki ülkelerle sağlıklı siyasi ilişkiler kurmak ve enerjimizin çoğunu ekonomimizin sorunlarının çözümünde kullanmak gibi bir strateji izlenmesi gerektiğine ilişkin görüşler; sağ duyunun sesi olarak kamuoyuna yansımıştır.

Küreselleşmenin doğal sonucu olarak ülkelerin huzur ve refahının sadece ülke içindeki her türlü rasyonel kararlarla sağlanabilmesi mümkün değildir. Kaldı ki siyasal iktidarların hata yapma olasılığı vardır. Öte yandan, istisnaları olmakla birlikte ülkeler arasında ebedi dostluk veya ebedi düşmanlık da yoktur. Burada önemli olan; dış politikaların oluşturulması sürecinde toplumun huzurunu, refahını ve geleceğini olumlu ve olumsuz etkileyecek öngörüleri yakalamak ve bunlara ilişkin seçenek ve tedbirleri belirlemektir. Bu bağlamda; dış politikanın kurumsallaştırılarak, ani beşeri reflekslere zemin hazırlamayan ancak dinamik olgusunu da yitirmeyen, geri adım atılmış ve çelişkiye düşülmüş görüntüsü vermeyen ve siyasal iktidarlar değişse bile her zaman uygulanan ve toplumun büyük bir kısmının benimsediği bir devlet politikasını oluşturmak gerekmektedir.

Özellikle, Ülkemizle bazı bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi yönündeki görüşlere son günlerde siyasal iktidarın da katıldığını gösteren haberler olumlu bir gelişme olarak nitelendirilebilir. Çünkü, ülkeler arasındaki siyasi ilişkilerdeki gerginliklerin; taraf olan ülkelere farklı dozda olsa bile ekonomik kayıplar verdiği, yaşam standardını düşürdüğü, dış dünyada bazı sorunlar yarattığı ve iç sorunlara odaklanmayı etkilediği bilinen bir gerçektir.

Ülkemizdeki siyasi belirsizliğin kalkması, siyasi tansiyonun düşmesine yönelik beklentilerin artması ve mevcut siyasi takvimde yakında bir seçim görünmemesi hususları dikkate alınarak, bundan böyle tüm bürokratik ve siyasi enerjinin; teröre, toplumun huzurunu sağlamaya, dış ilişkilere ve ekonomiye odaklanacağı düşüncesi oluşmuşken; Ülkemizin yönetim sistemi ve özellikle de başkanlık sisteminin yeniden tartışmaya açılması ve bu kapsamda seçim ve referandum kelimelerinin de telaffuz edilmesi; 2015 yılındaki görüntülerin 2016 yılına da taşındığını göstermesi açısından ilginç bir gelişme olmuş ve ekonomiye ilişkin olarak; '2015 yılını az hasarla olsa bile atlattık, 2016 yılını kurtaralım' düşüncesini dile getirenlere yeni yılın ilk sürprizini yaşatmıştır.

Diğer yandan, siyasal iktidarın seçim vaatleri kapsamında atacağı adımların ve terörle verilen mücadelenin gerektirdiği ilave bütçe giderleri (güvenlik, sosyal yardım, bölgenin inşası vb.) dikkate alındığında; 2016 yılında yeni kaynaklar bulunmadığı taktirde bütçe disiplini açısından sıkıntılı bir yıl yaşanacağı görülmektedir. Ayrıca, dışsal ve içsel nedenlerden dolayı meydana gelen kur artışlarının yarattığı dalgaların, asgari ücretteki iyileştirmenin, kamu harcamalarının artma eğiliminin ve yeni yılla birlikte gelen toplu zamların da etkisiyle enflasyonun 2016 yılında da ekonomi gündeminin daimi konukları arasında yer alacağı anlaşılmaktadır. Cari açıkta ise ihracatımızın göstereceği performans belirleyici olmakla birlikte; ithalatın daralmasının sağladığı iyileşmenin etkisinin 2016 yılında da görülebileceğini, dolayısıyla iç talep ağırlıklı bir büyüme olasılığının yüksek olduğunu söylemek mümkündür. Dış borçların çevrilebilmesi ve iç tasarrufların performansı konularında ise 2015 yılında gözlenen tablonun devam etme olasılığı yüksektir. Asgari ücretteki iyileştirmenin ve Suriyeli mültecilerin çalışma yaşamına bu yıl daha da aktif katılımının sağlanacağı dikkate alındığında; yeni istihdam imkanları yaratılamaması halinde 2016 yılında da işsizliğin önemli bir sorun olacağı anlaşılmaktadır. En fazla spekülasyon yapılan ve merak edilen faizler konusunda ise Nisan ayındaki T.C. Merkez Bankası Başkanı atamasından önce radikal bir karar alınması olasılığı düşük görünmektedir.

Dolayısıyla, seçimin ardından tartışılmaya tekrar başlanılan, yeni yılın ilk ayında Ülkemiz gündemindeki sıcaklığı artan ve gündemde kalmaya da devam edeceği anlaşılan yeni anayasa ve sistem tartışmalarının ekonomiyi ikinci planda bırakma riski, mevcut ekonomik veriler ve küresel şartlar değerlendirildiğinde; kendime şu soruyu sormadan edemiyorum: acaba 2016 yılına girmedik mi? Çünkü, şu ana kadar ki görüntüler ve emareler, 2015 yılındaki hiç de yabancı olmadığımız ve yaşadığımız süreçleri hatırlatıyor.