Ah Lydia...

O kadar güçlü görünüyorsun ki...

İçinde kopan fırtınalara rağmen, o kadar güzel oynuyorsun ki hayata... Kapılarını öylesine sımsıkı kapatmışsın ki, senden başka bir insana yer dahi yok hayatında. Ne aile ne delice arkadaşlar ne tutkulu bir aşk...

Mutlu gibisin, aslında hiç değilsin... Geriye artan her şeyi silmişsin. Yok etmiş, küllerini savurmuşsun.

Dağlar gibi yüce ve güçlüsün, ama ufacık bir cümle de bir deprem gibi sarsılıyorsun.

Ah Lydia.. o kadar güzel oynuyorsun ki...

Neredeyse beni bile inandıracaksın.

Sevdiğin insanlar, sevdiğin şarkılar...

O kadar uzak ki artık sana. O kadar güzel oynuyorsun ki unutmayı, söküp atmayı, umursamamayı...

Güzel saklıyorsun gözyaşlarını,

Gecelere öylesine sarılıyorsun ki neredeyse güçlü olabileceğini düşündürüyorsun bana

Neredeyse güçlü, neredeyse boşvermiş, neredeyse umursamaz...

Ve gizlice içişlerin, iç çekişlerin, yalnızlığın...

Her içkin mutluluk şerefine ama sen zehri kendi ellerinle içiyorsun...

Her gülümseyişin, kasvetinin pozitifleşmiş hali...

Yalnızlık hoşmuş gibi, bundan memnunmuşsun gibi...

Ah Lydia, ben inanır mıyım sanıyorsun?

Etraftaki o süslü ve cafcaflı kelaynaklar gibi değilsin.

Sen yalnızlığını bile hissettirmiyorsun kimselere, o kadar yalnızsın ki, o kadar dibe batmış...

Bazen o kadar boğuluyorsun ki, bu şişme dünya seni çok gergin ve asabi bir insan yapıyor...

O kadar güçsüzsün ki, konuşmaya mecalin yok.

O kadar suçlusun ki, düşünmekten korkuyorsun.

Bir daha gülümsemekten korkuyorsun

Sen çok iyi bir korkaksın.

Sen teslim olmaktan, maskeni kaybetmekten korkuyorsun...

Sen dünyadan korkuyorsun, güçsüzlüğünün görünmesinden...

Ve bunlara rağmen bir o kadar da güçlü

O kadar karmaşıksın ki, seni satırlara dökerken ben çelişiyorum

Ah Lydia, sen benim hiç atamadığım maskemsin...

Ah Lydia, aah!

Sen içimdeki en olgun meyvemsin.