Yıllar önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 15 Temmuz'un birinci yılında 22 Temmuz 2016 tarihinde söylemişti:

'(FETÖ) Bu öyle bir virüs ki metastaz yapmış. Bunun tam manasıyla kazınması, bazen bu kazımalar bile yetmez. Hiç ummadığınız bir yerden tekrar üreyebilir. Ama biz bunu minimize etmek durumundayız ki yolumuza emin bir şekilde yürüyelim. Bunlar, takiyeyi çok çok başarılı yapıyorlar, kendilerini çok iyi gizliyorlar. Bunlar, bukalemuna saygısızlık olur, ondan öteler.'

O dönemde devletin denize düşerek kime sarılacağı tartışılırken önüne bir çok sureti haktan öneri getirildi. Çivi çiviyi söker de, çivinin nereye ne şekilde çakılacağı önemli değil midir? Aradan neredeyse 3 yıl geçti. Şubat ayının başında TRT Canlı yayınında Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'FETÖ halen temizlendi diyebilir miyiz' sorusuna dikkat çeken bir yanıt verdi.

'Hayır. Hayır. Daha yapılacak çok operasyon var. Biz FETÖ olayına 2010'dan sonra tam manasıyla vakıf olabildik. Biz bunların bu şekilde ihanet içinde olmasını doğrusunu hiç düşünmedik. Devletin içinde, kurumlarda, polisimizde, askerimizde, her yerde var, var oğlu var. Bu adeta metastaz yapmış. Bütün bünyeyi sarmış.'

Tam bu sırada iki gazeteci yazarın Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan'ın 'Metastaz' isimli kitapları piyasaya çıktı. Öyle ki ölüm tehditleri kitap çıkmadan gelmiş, adeta güvenlik birimleri tarafından gelen tehditlere karşı 'Kader, kısmet' yorumu yapılmıştı. Dünya görüşlerini, yetiştikleri kültür iklimlerini tartışma zeminine sokmadan şunu diyebilirim ki Cumhurbaşkanı hastalığın ismini Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan'da hastalığın -epikriz raporunu çıkarmışlar. Yunanca kökenli metastaz, kanserli hücrelerin bulundukları doku dışında doğrudan ya da kan-lenf damarlarıyla başka bölgelere sıçramalarına verilen isim. Yaşama ihtimalini sorarsanız, günler sayılı. Parmak hesabıyla bugün bir yarın iki, üç, dört….

'Benim baktığım pencereden hayata bakmıyorsun, benim gözümle görmüyorsun, benim gibi düşünmüyorsun' diyerek başlayan ve başlayacak olan derin öfke ve linç etme girişiminden iki gazeteci-yazarı kim koruyacak? Elbette devlet. Devleti yönetenler 'öldürmeyip de besleyelim mi?' demeye başlarsa Cumhurbaşkanı'nın derin ve tarihi teşhisi boşa gitmiş bir siyaset manevrası kalacaktır. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan da Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan'da aynı pencereden bakıyor ve aynı teşhisi koyuyor. Devlet bürokrasisindeki hastalık Metastaz yapmış, Peki ne olacak?

Hangi doktora giderseniz gidin size aynı cevabı verecektir. 'Üzgünüm, sayılı günler var. Hasta ölecek'. Bu nedenledir ki devletin emniyet sibopu Devlet Bahçeli habire 'Beka sorunu'nu gündeme getiriyor. Diyor ki metastaz yapmış Hastanın beka sorunu var.

Fehmi Çalmuk'un özel arşivinden (izinsiz kullanılmaz)


ERBAKAN'I TASFİYE ETMENİN FATURASI

Şimdi işi döndü dolaştırdı Erbakan'a getirdi demeyin ? Milli Görüş'ün Türkiye'nin İslami siyasi hareketi olarak bütün tarikatları ve cemaatleri bünyesinde barındıran, hiç birini birbirinden üstün kılmadan, baskı unsuru yapmadan 50 yıllık bir tecrübe var ortada. Zamanında MTTB yönetimine Ömer Öztürk'ün gelmesiyle birlikte tasavvufi hareketin baskın unsur olması ve teşkilat başkanlarının bu meşrepten seçilmesi ister istemez MTTB ile dönemin MSP'sini karşı karşıya getirmişti. Büyük Doğu'nun Atlıları kitabında bu konuyu taraflarıyla sözleriyle etraflıca işledim. Süleyman Demirel ve Korkut Özal ikisi de dini cemaatlerin üzerindeki etkileriyle siyaset yapıp, körebe oynattılar.

Turgut Özal, kardeşi Korkut Özal gibi Nakşibendi idi. Partiyi kurarken bazı İslami cemaat önderleriyle görüşmeler yapmıştı. Bu konuda etkin olan cemaatlerden biri de İskender Paşa Dergahı olmuştu. MSP ve RP'nin örgütlenmesini sağlayan İskender Paşa Dergahı, ANAP'ın kuruluşunda da etkin rol oynamıştı. RP'nin Genel Başkanı Ahmet Tekdal ise Coşan'ın müridi aynı zamanda yaptığı Hadis derslerinin en önemli konuklarından biriydi.

Bundan 20 yıl önce kaleme aldığım 'Selamün Aleyküm Komutanım' kitabından yer alan bir bölüm bize ışık tutacaktır. Cemaatin önde gelen isimlerinden eski ANAP Milletvekili İsmail Durak Ünlü'nün anlattığına göre, 'ANAP varken, neden RP kuruluyor ?' sorusuna karşı İskender Paşa Şeyhi Prof. Dr. Esad Çoşan'ın öngörüsü şuydu:

'ANAP milli değerlere saygılı bir parti olacak. Zamanla partiler de insanlar gibi yıpranır. RP; iyi icraatlarında ANAP'ı destekler. Kötü icraatlarında muhalefet eder. ANAP halk desteğini kaybedince yerine RP geçer'

Coşan'ın bu öngörüsü siyasette o kadar da pratik işlemedi. RP'nin en sert muhalefeti ANAP'a ve dolayısıyla Turgut Özal'a olacaktı. Zaten tarihimizde Fetullah Gülen'in cemaat olarak gündeme gelmesi, Erbakan ve Coşan ayrışması iledir. Metastaz'ın ilk belirtileri kanserli hücre, virus Korkut Özal sayesinde o tarihte atılmış ABD;İngiltere ve İsrail korumasındaki Gülen Zaman gazetesiyle Türkiye'ye servis edilmişti.

Devam edelim. Önümüzde yerel seçimler var. Bundan yıllar önce RP'nin kitleselleşmesinin dönüm noktası 27 Mart 1997 yerel seçimleri olarak bilinir. Yerel seçimler, laik, anti laik ayrımının kesin hatlarıyla çizilmeye başladığı önemli bir seçim olmuştur. Kamuoyunda İstanbul ve Ankara dahil Türkiye'nin üçte birinde RP'nin belediye başkanlığını kazanması 'Kışla cami rekabetinin rövanşı 'olarak takdim edildi.

RP'nin kitleselleşmesiyle birlikte 'RP iktidara gelirse, askeri darbe olur' sözü başta Erbakan olmak üzere tüm RP kurmaylarını rahatsız etmekteydi. RP'nin 1994 yılında yapılan yerel seçimlerde ortaya çıkan başarısı laik, ant-i laik tartışmasını gündeme getirmişti. Erbakan bu iddialara karşı 'Refah Partisi demokratik yollar ve hür seçimle iktidara gelip, yine demokratik yollar ve hür seçimle iktidara devretmeyi deklare ediyor.' cevabını veriyordu. Olayı kızıştıran siyasiler de vardı. DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, Fransız Le Figaro gazetesiyle yaptığı röportaj'da Batı'nın Türkiye'ye yardım etmemesi halinde 'Avrupa'nın kapısına dinci rejimler yerleşir. Barış için tehdit oluşturabilir' diyordu. Zaten DYP, Erbakan'ın partisinin gelişiminin durdura bilinmesi için Kilis'i il olmasıyla birlikte yapılacak seçimlerde Kadiri tarikatının Şeyhi Haydar Baş ve müritlerini emekli Orgeneral Doğan Güreş'in himayesinde kapı kapı dolaştırarak çalıştırmıştı.

Erbakan'ı tasfiye etmenin siyasi adımını Demirel desteği ile Anayasa Mahkemesi atmıştı. 'Parti kapatmak siyasi terbiye modelidir' diyen Demirel, Erbakan gidince yerine geleceklerinin terbiye edilmiş Erbakan talebeleri olacağını biliyordu. Sosyal ve kültürel alanda tasfiye görevi ise Fetullah Gülen'in idi. Gülen 'beceremediniz gidin' mesajı 28 Şubat sonrası ona verilen görevin koduydu. Ali Bulaç'a göre 28 Şubat Siyasal İslami Hareketin Erbakan'dan alınıp Fetullah Gülen'e teslim etme operasyonuydu. Tarikatlar ve dini cemaatlerin devlet ve millet öncelikli içinde yer alıp bir potada erimeleri, milli reflekslerinin dinamik şekilde tutulmalarının önüne geçilmiş oldu. Tarikatların ve dini cemaatlerin savurulmaları, müntesiplerinin ehli sünnet, Maturidi çizgisinden ayrılıp, vahhabilik, selefilik, dolayısıyla İrancılığa kaymaları kurgulanmış, hesap edilmiş derin bir akıl, emperyalist bir projeydi. Eğer bu toprağın tarikatı, tasavvuf hareketi, dini cemaati Türk Bayrağı'ndan, Türkiye Cumhuriyet'inden huylanıyorsa, gocunuyorsa hatta ve hatta utanıp karşı cephede yer alıyorsa Vallaha sorundan öte Metastaz vardır.

Fehmi Çalmuk'un özel arşivinden (izinsiz kullanılmaz)

DİYANET PERSONELİNE YEMEK VERMENİN FATURASI

Batılıların 'Türkiye Cumhuriyetin İslamcı Başbakanı' olarak nitelendirdikleri Erbakan, 11 Ocak 1997 Cumartesi günü Başbakanlık Konutunda tarikat liderleri ve dini cemaat önderlerine iftar yemeği verdi. Kamuoyunda yemek 'tarikat iftarı' diye takdim edilmişti. Halbuki davet edilen şeyhlerin, dini cemaat önderlerinin %99'u devlet memuru; imam, vaiz kadrosundan diyanet görevlileri ve emeklileriydi. Yani tarikatın şeyhi, önderi Türkiye Cumhuriyet'i devletinin memuruydu. Türkiye'de camiler devletindir. Namaz kıldırmak, vaaz vermek, hutbe okumak mesaiden bir parçadır. Artısı tasavvuf çizginin içinde Allah rızasını kazanmaktır.

O gün gelmeyen tek kişi Fetullah Gülen idi…'Erbakan benimle cami hocalarını onları aynı kefeye koyuyor. Ben bütün dünyada en yaygın bir hareketin başıyım.' diyordu. Bir de ANİMDER Başkanı olarak; yemeğin Lütfü Doğan'ın ev sahipliğinde İSİLAY tarafından verilmesine yönelik tüm ısrarlarıma rağmen Erbakan Hoca dışındakiler buna karşı çıkıyor, sonucu önceden kurgulanmış bir yola giriliyordu. Unutmadan yine Erbakan'ın haberi olmadan listeden çıkarılan isimler vardı. Bu isimlerin başında ise Akit Gazetesi'nin sahibi Mustafa Karahasanoğlu geliyordu.

Erbakan o gün partinin asıl sahibi dediği ve kamuoyuna 'sivil toplum örgütü' olarak takdim edilen kabul ettirdiği dini cemaat önderlerinin karşısında önü ilikli, dokunsan ağlayacak bir üslupla konuşmaya başladı. Erbakan, ağlıyordu. Ağlarken de söyledikleri ileride Başbakanlığı kaybetmesine kadar gideceğini kimse hesaba katmamıştı.

'Bediiuzzaman Said-i Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmet Zahid Kotku, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Muhammet Raşit Erol gibi bir çok İslam büyüğü ve sizin çalışmalarınızla bugünlere geldik. Allah-u Teala'nın yardımı sizlerin himmetiyle Başbakanlıkta size hizmet vermek mümkün oldu.'

Erbakan'ın bu sözlerinden sonra kürsüye gelen İsmail Ağa Cemaatinin Şeyhi Mahmut Usta Osmanoğlu 'Allah'a şükreden topluluklara Allah teşekkür eder. Sayın Erbakan'ın Başbakanlığa gelmesi bu şükrümüzün bir sonucudur' diyordu.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kapatılan tekke ve zaviyelere karşı Erbakan 70 yıllık rejimin sınırlarını zorlayarak Başbakanlık makamına taşıması, bir bakıma cemaatlere iade-i itibar verilmesi anlamı taşıyordu. Erbakan'ın vefa borcunu ödemesi, Türkiye'nin birinci partisi olmasına rağmen RP'nin Anayasa Mahkemesi'nin hışmına uğramasına engel olamayacaktı. Erbakan'ın siyasi yasaklı olmasının birinci nedeni tarikatlara verilen yemekti.

Metastaz size göre de Erbakan tasfiye edilince, onun yerine ikame edilenlerin manda ve himayeci olarak maklube yiyerek inkılap yapmayı, sızıntı okuyarak devlete sızmalarını, dinler arası diyalog diyerek deizmi hortlatmalarını ortaya çıkarmadı mı ?