0

VERGİDE UZLAŞMA TALEP ETMEK MÜKELLEFİN HATALI OLDUĞU ANLAMINI TAŞIMAZ

Adresine posta yolu ile veya başka şekillerde kendisine vergi ve ceza tarh edilen gerçek veya tüzel kişilerin bu cezalar karşı ihbarnamelerin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde ilgili vergi dairesine uzlaşma talep etmeleri halinde bunların mutlak surette hatalı oldukları anlamı ortaya çıkmamaktadır. Ancak, uygulamada uzlaşma talep eden mükellefin hatalı olduğu veya bu vergi ev cezaları hak ettiği izlenimi hasıl olmaktadır. Oysaki vergi ve cezalara karşı mükellefin uzlaşma talep etmesi hatalı olduğu izlenimini yaratmamaktadır. Mükelleflerin vergi ve ceza ihbarnamelerine karşı yasal haklardan bir tanesi de 'uzlaşma talep etme' hakkıdır. Uzlaşma, tarhiyattan önce ve tarhiyattan sonra olmak üzere iki şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Genel olarak uzlaşma birçok ülkede çeşitli biçimlerde uygulanan uzlaşma müessesi mevzuatımıza 1963 yılında 205 sayılı yasa ile ihdas edilmiştir. Uzlaşma ile ilgili yasa hükümlerinin genel gerekçesinde, mükellefler ile idarenin ihtilaflarını en aza indirgenmesi, mükelleflerin tereddütlerinin bir an evvel giderilerek huzura kavuşturulmalarının temini yoluna gidilmesi ve kamu alacağını vaktinde Hazineye intikal ettirilmesi ve nihayette mahkemelerin iş yüklerinin hafifletilmesi amaçlanmaktadır.

Vergi dairesi tarafından mükelleflere salınan vergi ve cezada uzlaşmaya varılması veya kısmen de olsa uzlaşmada salınan vergi ve cezalar için uzlaşmanın temin edilmesi mutlak surette mükellefin hatalı ve suçlu olduğu manası ortaya çıkmaz. Ancak, uygulamada yanlış anlama veya bir yanılgı söz konusudur. Mükelleflerin uzlaşmada uzlaşmaya varmaları halinde bu kapsamda hiçbir merciiye şikayet etmek veya dava açmak gibi hakları yoktur(1).

Mükellefler çoğu zaman uzlaşma talep etmek ile, idare ile sürekli ihtilaflı kalmamak, geçmiş ile ilgili dava, uyuşmazlık, niza, çekişme sinir bozucu, idare ile kötü kalmak her zaman ilişkileri soğuk tutan ve güç zayıflatıcı bir faaliyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gibi durumlar, mükellefler üzerinde olumsuz etki bırakan ve mükelleflerin günlük işlerine dikkat yoğunlaşmasına engel olan durumlardır. İdare ile yıllarca ihtilaflı ve davalı olmak hiçbir mükellefin arzu edebileceği bir durum değildir.

Öte yandan, mükelleflerin finans sektörü ile ilişkileri, teminat mektubu, kredi kullanımı, yabancı ortak varsa bunlar ile ilişkiler, şirketin halka açık şirket olması, SPK, Hazine ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı vb. kurumlar olan ilişkilerde vergi konusu ciddi bir engel olarak karşımıza çıkabilmektedir. Özellikle, günümüzde gerek yurt dışında ve gerekse yurt içinde şirketlerin yabancı ortak alımları, hisse devirleri, bölünmeler, şirket birleşmeleri, satışlar ciddi oranda artmaktadır. Vergi ihtilafları olan bir şirketin bu vb. durumlarda üçüncü şahıslar tarafından bu şirkete karşı ortak olmak, birleşmek gibi taleplerinde ciddi riskler teşkil etmektedir. Özellikle halka açılan şirketlere, açılma öncesi ve sonrası vergi ihtilafları ciddi bir risk faktörü oluşturabilmektedir. İhtilafın yıllarca devam etmesi ise apayrı bir belirsizlik yarattığı gibi, her davanın ayrı bir kaderinin olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bütün bunlar bireysel veya kurumsal yatırımcılar bakımından önemli risk faktörü teşkil etmektedir. Bireyler için olduğu gibi, kurumlar için de istikrar, huzur çok önem taşımaktadır. İşte bu nedenledir ki, mükellefler, girişimciler haklı olsalar dahi mutlak surette vergi yönetimi ile uzlaşmayı her zaman tercih edebilmektedirler. Böylelikle uzlaşmada idare cezalarda indirim yaparak mükellefi yeniden kazanabilmektedir. Uzlaşıp, sulh olmak mükellef bakımından huzur ve güven verici bir yola girmek şeklinde düşünülmektedir. Unutulmamalıdır ki, uzlaşmaya varmak hiçbir zaman mükellefin yanlış ve hatalı olduğu anlamına gelmemelidir. Hatta vergi uzlaşma dilekçelerinde şablon dilekçelerden önce 'vergi kanunlarını yeterince nüfuz edemediğimiz için uzlaşma yolunu tercih ediyoruz' şeklindeki ibarelerle uzlaşma dilekçesi yazılmakta idi.

Görüleceği üzere, uzlaşma talep etmek veya uzlaşmaya varmak salınan verginin %100 doğru olduğu manasına gelmemektedir. Ancak son zamanlarda vergi dairesi mükellefler açısından mükellefin bir kısım dosyaları için uzlaşma talep edip, ödeme yapması öte yandan diğer kısım dosyalar için dava açması mükellefleri sanki hatalı oldukları izlenimini yaratmaktadır. Hatta bir kısım savunma dilekçesinde idare mükellefin ihtilafla ilgili bazı dönemleri uzlaştığını bazı dönemleri ise, dava açtığını vergi mahkemelerine veya mükelleflere yazdıkları savunma dilekçelerinde bilhassa yer vermektedirler. Böyle bir durum son derece yanlış ve hatalıdır. Çünkü mükelleflerin kendilerine tebliğ edilen ihbarnameleri her dönem bazında ayrı ayrı değerlendirerek dönem bazında tercih etme hakları söz konusudur. Zaten bu böyle olmasaydı yasa koyucu bir bütün olarak olayı değerlendirip, kısım kısım uzlaşma talep etme olanağını veya dava açma olanağını vermeyecekti. Aynı tercih, uzlaşma talep edildiği takdirde uzlaşamayıp vergi mahkemesine giden ve dava açan mükellef için de geçerlidir. Bu nedenledir ki, dava açan mükelleflere vergi dairelerinden gelen savunma dilekçelerinde, davacı uzlaşma talebinde bulunmuştur bu talepte bu mükellefin haksız olduğunu göstermektedir şeklindeki yaklaşımlar son derece yanlış ve uygunsuz ibarelerdir(2).

Sonuç olarak, vergi ve cezalarda uzlaşmak temel bir hak ve işi kısa yollu çözme konusunda önemli bir imkandır. Uzlaşma talep etmek doğal bir hak olduğu gibi yine uzlaşılmadığı takdirde dava açma yolu 15 gün içerisinde verilmiş en doğal bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır.


(1) VUK 116-124 maddelerinde düzenlenen vergi hatası olması halinde, üzerinde uzlaşılan vergi ve cezalar için dava açma olanağı mümkündür. Maliye Bakanlığının bu konuda bir özelgesi de bulunmaktadır. Bu gibi hallerde uzlaşmaya varılsa dahi, tarh zamanaşımı içerisinde dava açma imkanı her zaman mümkün olabilmektedir. Bu durum, uzlaşma komisyonu kararlarını kesinliği ilkesinin istisnasını teşkil etmektedir.

(2) Vergi mahkemeleri açılan davalarda, mükelleflerin yapılan tarhiyat karşısında haklı olup olmadıkları konusunda tarhiyatın dayanağına bakmaktadırlar. Mahkeme karşısında idare ile mükellefler aynı hak ve yetkilere sahip olmaktadırlar.