0

VESSELAM

Uslu ayaklarla başlamış yolculuk-

Yürünmez öyle, bazen durulur,

Ve iner erenler katına yorgunluk;

Kapanır sükun üzre kitaplar.

İki farklı toplantıda, teşkilatına ilişkin metal yorgunluğu teşhisini koyan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sözlerini duyunca; Can Yücel'in yazının başında yer alan 'Yorgunluk' şiiri geldi aklıma…Metalin (oluşturduğu bloğun); titreşim, yüksek basınç ve çekmeye maruz kalması sonucu, atomlarının birbirleri arasındaki bağların gevşemesi sonucu malzemenin istenilen mukavemet değerinin altına düşmesi diye özetleyebileceğimiz metal yorgunluğunun 'Ak Parti ile ne alakası var?' derseniz; sıkı durun ve sabırla okuyun…

Kırk yıldır Maklube yedirilerek inkılap yapmayı, Sızıntı okuyarak/yaparak sızmayı öğrettiler. Maklube ve inkılap aynı kökten geliyor. Altını üstüne getirme, bir durumdan başka bir duruma geçiş anlamına gelen inkılap belki de yaşadığımız 15 Temmuz sendromunu anlatabilecek önemli bir kelime. Yıkılmaz parçalanmaz denilen sert kayaları bile parçalama gücüne sahip olan sızıntıdır. 15 Temmuz'da "Silahlı terör örgütünün Fethullahçı olduğunu o gece öğrendim, bana ahmak diyebilirsiniz" diyen eski Başbakan Yardımcısının bu sözü 40 yıllık sızmanın başarısı mıdır ? Böyle bir dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önceden 'adanmış kadrolar' deyip arkasından metal yorgunluğundan bahsetmesi kendisine, kadrosuna 'şer' değil 'serbülentlerin' lazım olmasındandır.

Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi iken bir öğrenci liderliği seçiminde Basın Yayın'da okuyan bir öğrenci yüzünden seçimi kaybettiğinde Ankara MTTB'ye takılan, 1969 kurulan Milli Nizam Partisi'nin gençlik kollarında görev alan biridir eski Başbakan Yardımcısı… O öğrenciyle ilgili 'MTTB'nin çay ocağındaki çayları piyasada satmak' iddiasını eski Ülkü Ocakları Başkanını ziyaretinde dile getirir. O'nu değil diğer adayı destekleyerek seçimi kaybettiren o öğrenci ile yıllar sonra yeniden kavga eder. Ünlü 'parsel' kavgasıdır bu… Elbette konumuz bu değil. Erbakan'ı yeni parti kurmaya neredeyse mecbur eden Nurcu'ların önde gelen isimleri Ahmet Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu'nun yanı başındadır. Abisinin etkisi, İzmir Kestanepazarı sohbetleri Fethullah Gülen'in 1963 yılında kurduğu Erzurum Komünizmle Mücadele Derneği'nden sonra ilk örgütlenmesi olan Türkiye Öğretmenler Vakfı'nın '58' nolu sıradaki kurucusu olur. Vakfın en ünlü faaliyeti Sızıntı Dergisi'ni çıkartmaktır. Şubat 1979'da basılan birinci sayısının kapağındaki ağlayan sarışın mavi gözlü erkek çocuğu fotoğrafının ünü derginin önüne geçer. Dergide işlenen bitki, böcek konuları ileride hoş görü altında Türkiye'yi 'hoş köre' çevirmek için yetip artmıştır bile…


Komünizmle Mücadele Derneği Türkiye'de ilk kez İzmir'de kurulur. Kurucular arasında Muzaffer Koru'da vardır. Yalnız üzerinde durmak istediğim konu; Türkiye'nin kuruluşundan sonra dahil olduğu, ancak üye olana kadar psikolojik bir hazırlık dönemi geçirdiği NATO'nun kuruluş anlaşmasında yer alan gizli bir maddesidir. Arthur Rowse'nin 1994 yılında kalem aldığı 'Gladio: İtalyan Demokrasisini Parçalamak İçin Gizli Amerikan Savaşı / Üç Aylık Gizli Eylem' kitabında da belirtilir. Gizli maddeye göre bir ulusun NATO ittifakına katılabilmesi için öncelikle gizliliğin esas olduğu, sivil kadrolar aracılığıyla 'komünizmle mücadele edecek bir ulusal güvenlik otoritesi kurması' şarttır. Vatikan destekli CIA stratejisi ile kurulan 'Komünizmle Mücadele' dernekleri örtülü operasyonlar için bulunmaz bir nimettir. Fethullah Gülen 25 yaşında askerken hava değişimi için geldiği Erzurum'a ele boş gelmez. İzmir'den tüzük getirmiştir. İkinci dernek kuruluşu yaptığını Latif Erdoğan'a anlattığı 'Küçük Dünyam' kitabında önemli isimler gündeme gelir. Esad Keşşafoğlu adlı bir 'üsteğmenden' de söz eder…Seferberlik Tetkik Kurulu'nda görev yapmış olan Esad Keşşafoğlu 'kontrgerilla eğitimi almış' ilk subaylar arasındadır. Yanındaki yedek subay Mehmet Şevki Eygi'dir. İki kişi daha vardır o dönemde Keşşafoğlu ile yakın temasta olan. Biri çocukluk ve Kurşunlu Medresesi'nden arkadaşı Mehmet Nuri Yılmaz diğeri Cemalettin Kaplan'dır.

Evini gözetleyen askerlerin yakalanmasından sonra Türkiye Cumhuriyet'in mahremine yani Kozmik Oda'ya girildi. Kimse bilmiyor ne olup bittiğini ? Türkiye'yi: ulusal kriz, işgal gibi teşebbüslerde ayakta tutan, toplumsal sinir uçları olan savunma gücü halkın örgütlenmesidir. Ülkenin işgaline karşı koymak üzere gayri nizami harp yapma teknikleri, hücreleri ve kişileri teşkil edilmiştir. İktidar kadrolarını bir kaşık suda boğacak siyasilerin 15 Temmuz'dan sonra takındıkları tavır, verdikleri demeç ve fiili destek bunun somut örneğidir. Örneğin Türkiye'nin en ücra köşesine kadar yaygın olan Kızılay ve Yeşilay Dernekleri gibi. Bir süredir Cumhurbaşkanı'nın ayakta durmak, direnmek için yaptığı çağrıları duymazlıktan gelir gibi farklı faaliyet görmekteyiz. Terör örgütünden Türkiye'yi ayıklama bir tepsi prinçten taşları ayıklama gibi değildir. Derneğin 40 yıllık üyelerini hem de imam ve ahlak davasında Milli Görüş safında yer alan üyelerini KHK dayanarak, olağanüstü hale dayanarak delegelikten çıkartmak bir yanlışlık değil, bir tespittir. Yani Kozmik Oda baskınından sonra Türkiye'nin dört bir tarafından, devlet memuru, esnaf, sanatkar, iş adamı ve emeklinin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Ya öyle ya böyle infaz edilmekte, Türkiye'nin sinir uçları yakılmaktadır.

TSK'da yapılanda bundan farksızdır. 15 Temmuz'da aslanlar gibi darbecilere meydan okuyan, bedenlerini ortaya koyan, can veren kahraman polis teşkilatının unsurlarına verilen takdir halen neden verilmez. Hele hele bylock uygulamasıyla ilgili suçüstü yapılan kimi komutanların böyle bir takdire gerek bile görmeyerek, resmi kağıdın arkasına not düşmesi gibi olaylar basit olaylar değildir.

Daha önce merhum Prof. Dr. Esad Coşan'a yapıldığı gibi…Almanya'nın München kentinde öğretim üyeliğinde bulunduğunda kendisini olağandışı ziyaret eden Korkut Özal ve Cemalettin Kaplan'dır. Bu cemaate ilk kancadır. Daha sonra Fethullah Gülen'in teması vardır. AK ismiyle başlayan organizasyonların yapıldığı yıllarda Esad Hoca açıktan ' O'na Hocaefendi filan demeyin…Hoca filan değildir' dediği diyerek Gülen'i hedef almıştır. Ancak iş işten geçmiş, RP'nin en dinamik tasavvuf geleneği bıçakla kesilmiştir. Yine vaazlarında 'Kimseye sonuna kadar bağlanmayın. Bir üzüm salkını gibi sizi alıp atarlar. Belki esir alırlar. Sizi kurtartacak Kur'an ve Sünettir' mealindeki sözleri boşuna değildir. Avusturalya'daki kaza öylesine geçiştirilecek cinsten de değildir.

Giderek sekülerleşen, dünyevileşen bir kadroların yeniden aslına rücu etmesi gibi tarihi sorumluluk ve zorlukla karşı karşıya olan Cumhurbaşkanı'nın elini kolunu bağlayan, işini zorlayan temel dinamiklerin teker teker bakanlar, bürokratlar, örgütlenme başkanlarının yaptığı tasfiyedir. Batak oynayarak, ıskata ile yapışık kardeş olarak, nargilenin dumanını inadına inadına milletin yüzüne üfürerek endam gösteren kimi danışmanların tespitleri yapması, ulaştırması gerekirdi. Hele hele FETÖ'nün abilik ve ablalık makamını üstlenmiş karı kocanın; danışmanları konfeksiyona boğması, al gülüm ver gülüm kampanyasına dahil ederek Eskişehir'de 'eski hamam eski tas' diyerek devrana sarar olması hayret işlerdir. İstanbul Belediyesi'nden Başbakanlığa kadar değişik kadrolarda görev alan bir danışmanın 15 Temmuz'un TSK imamının yanında soluğu alması anlatmaya çalıştığım sızıntının bir kanıtı değil midir ? Medyada Maklube ziyafetlerinin baş aktörlerinin 15 Temmuz sonrası Ali kıran baş kesen olarak millete çeki düzen vermeye gayret etmesi halen iktidar adına sızıntıya devam etmesini de buna eklemek gerekir.



Cumhurbaşkanını dinlerken Cem Karaca'nın 'Gülhane Parkı' şarkısı geliyor aklıma:

'Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda

Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında'

Recep Tayyip Erdoğan'ı anlamak, farkında olmak lazım. Farkında olan beri gelsin, ses versin hele…Kefenini ve kellesini koyduğu davada yeni baştan, sil baştan başlama niyetini gören, anlayan ve yol arkadaşlığına çıkacak olan da ses versin…Unutmayalım ki yorgun olan metal çöker, yıkılır. Bakın Sezai Karakoç ne der ' Toz Bulutu' şiirinde ?:

Bir gün Mecnun

Yalnız ve yorgun

Karşıda bir toz bulutu gördü

Sanki geliyordu O'nu yutmak için

Dedi dur ey toz bulutu

Karanlığın bereketi ölüm otu

Acele etme vakit var

Sayılıdır saatler dakikalar

Azrail bile senden sabırlıdır

Burda sencileyin benim de işim var

Arzum şu ki ödev bitip gün dolsun

Benim de kaderim mutluca

Bir toz zerresi olmak olsun.