Milyonlarca yıllık geçmişi olan Anadolu'nun bilinmeyen sırları, akıllara durgunluk veren güzellikleri, şaşırtıcı doğa yapısı ve hiç tükenmeyen güneşi, suyu, toprağı ile insanlığı ve tüm canlıları kucaklıyor, bereket saçıyor. Mavi Vatan, ilkçağlardan beri gebeliği hiç bitmeyen, doğurgan ana gibi… İmparatorlar el koymuş, krallar tahta çıkmış, hakanlar atını denize sürmüş; abdallar sazın bam teline dokunmuş, ozanlar sözü yele vermiş. Bir uçtan bir uca Anadolu'nun ruh yapısı, taşı, toprağı dertlere derman olmuş. Biz bu dermanı, güzellikleri görüyoruz, yaşıyoruz soluğumuza, terimize, ayak izimize varıncaya değin… Mezopotamya'nın gizemli tarihinden ders alıyoruz; Göbeklitepe'nin esrarlı taşlarından güç alıyoruz. Sabrı simgeleyen kehribar taşları tespih tanesi olmuş. Ruhu dinlendiren göz nuru gönül bağı Erzurum- Oltu taşı yüzüklere nakış olmuş. Nakış şevki, şakayıkı arttırmış. Binlerce yıldır Anadolu'da toprağa kök salmış taşlar, mermerler saraylardan konaklara, mabetlerden kalelere kadar duvarlarda sır perdesi, meydanlarda gücün simgesi olmuş. Anadolu taşları, ustanın gözünde zevk ve zarafete bürünmüş. Çekiçle sanata, kültüre köprü olmuş.

Anadolu'nun mermerleri, taşları dünya ölçeğindedir. Girmediği mekan kalmamıştır dünya coğrafyasında. İçindeki damarlar, renkler tarihin sırrıyla kaplıdır. Bu sır çekicidir. Ustayı kendine çeker. İmparatorlar, sultanlar ise o sırrın kokusunu duymak ister. Üşenmezler, o taşlara binlerce kilometrelik yolculuk yaptırırlar. Bu çekiciliği Etiler, Sümerler de biliyordu Romalı, Bizanslı imparatorlar da… Selçuklu da biliyordu Osmanlı da… Taşlar, hünerli ve sabırlı ustaların elinde Ağrı'da Rüstem Paşa Sarayı'nda sütun başı, Erzurum Çifteminareli Medrese'de 'hayat ağacı'; Vatikan Sarayı'nda duvar, sütun, zemin, temel taşı oldu. Anadolu bir baştan bir başa bu taşlarla doludur. Hiç ummadığınız bir anda karşınıza heykel gibi görkemli kayalar çıkabilir. Kayalar kimi zaman kuş, aslan, balık olur kimi zaman insan, gelin, kral benzetmesine döner. Rengarenktir kayalar. Hiç ummadığınız bir anda yarılır bir ağaca ev sahipliği yapar. Kimi kayalar 'Kral Mezarları'na dönüşürken, kimileri de 'Aşıklar Çeşmesi' ile türkülerde yakılır.

Anadolu'nun emsalsiz kayaları barınaktır: Kars'ta, Diyarbakır'da, Erzurum'da 'kara taş'; Şanlıurfa'da, Gaziantep'te 'havara'; Ayvalık'ta 'sarımsak taşı' dır varlının da yoksulun da sırtını dayadığı evlerde. Hele Balıkesir- Ayvalık yöresinde, Ayvalık'ın da Küçükköy- Badavut tepelerinde, dünyanın en zengin mermerleri, dünyanın en sihirli kayaları yüzyıllardır gizemini kaybetmeden tarihe tanıklık eder. Bu yöredeki bütün antik Roma, Antik Bizans ve Osmanlı kale, sur, saray, konaklar, evler özellikle Ayvalık merkezli Küçüköy yakınındaki Badavut 'Taş Ocakları'ndan temin edilmiş. Özellikle Ayvalık, Cunda, Küçükköy evleri bu muhteşem taşlardan yapılmış. Taşın birçok özelliği var. Doğanın rastgele tahribatından dolayı taşların kullanılması yasak olduğundan, bu güne kadar yapılan taş evler, bölgede birer biblo gibi adeta bir tiyatro dekoru gibi, bütün ihtişamıyla sahiplerine hizmet ediyor. Gülkurusu renginde, dekoratif, sağlıklı, kolay işlenebilen ve dayanıklılığı nedeniyle bütün kültürler tarafından tercih edilmiş. Taşın bir başka özelliği de yazın serin kışın sıcak tutmasıdır. Bir bakıma 'Sarımsak Taşı' nefes alabilen, içindeki demirin okside olmasıyla da giderek gülkurusu rengine dönüşen özel bir taştır. İlk çıkarıldığında kesmeye, oymaya uygun iken havayla temas ettikçe sertleşen bir yapısı var. İki yüz yüzyıldan beri Türkler olsun, Rumlar olsun Ayvalık mimarisinin muhteşem örneklerinde bu taşları kullanmış tıpkı Vatikan Sarayı'nda kullanıldığı gibi. Yukarıda sözünü ettiğim, 'Ustayı kendine çeker' ifadesinin nedeni, estetik görünümüyle mimarların, dekoratörlerin vazgeçilmez malzemesi olmasındandır. Daha da önemlisi, binlerce yıl öncesinden volkanik lav akıntılarının birikmesi, şekillenmesi, taşlaşması bu günkü 'Sarımsak Taşı'nı oluşturmuş. Ayvalık tarihine göre oluşum daha da ilginç: milyon yaşındaki volkanik lavlar taşlaşırken, toprağın üzerinde kalan kısımlar toprağa adeta bir sarımsağın damarları gibi sıkışmış, yapışmış sarımsağın dokusuna benzer bir şekil almış. Bu yüzdendir ki halk bu muhteşem kayalara 'Sarımsak Taşı' diyor. Gelip gördüğünüz zaman hak vereceksiniz.

Tarihi, doğası, mimarisiyle; denizi, havası, güneşiyle; yemeği, zeytini, sabunuyla dünyanın en güzel coğrafyasında bulunan Ayvalık, ayrıca tarihe de tanıklık etmiş. Doğal zenginliği olan 'Sarımsak Taşı' ile gerek Türkiye'nin ve gerekse dünyanın yoğun ilgisini çekmiş. Sözgelimi Vatikan'ın da ilgisini çekmiş. Yüzyıllar boyu Anadolu'da ve Avrupa'da bu taşlar kullanılırken, bundan 500 yıl önce Vatikan Müzesi'nin inşaatında da bu taşların kullanıldığı bilgisine ulaşıyoruz. Hatta, yakın zamanda onarıma alınan Vatikan Müzesi'nin, ihtiyacı olan taşları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden alınan özel izinle, bu gün Badavut'ta, halkın 'Karakol Dağı' dediği tepeden özel teknikle kesilip, özenle ta Vatikan'a kadar gemilerle taşınmış. İnanması güç ama bu kayaların 35 milyon yıllık geçmişinin olduğu söylenir. Böylesine tarihi derinliği olan, Vatikan'a kadar uzanan bu 'Karakol Dağı'na bu gün çivi bile çakılamıyor. Koruma altında. Özel izinle gezilen bölgenin her karışı, kesilip götürülen kayaların izlerini taşıyor. Doğa bu görüntüsüyle açık hava müzesi gibi. Zamanla çeşitli şekillere girmiş, yıpranmış kayaların yarıklarında dünyanın en nadide çiçekleri, zeytin, dut ağaçları yeşermiş.


Midilli Adası'nın tam kuzeyine düşen bu tarihi sit alanı, ayrıca günün her saatinde ve yılın her mevsiminde eşsiz manzarasıyla bütün insanlara davetiye çıkarıyor. Denizden yaklaşık otuz- kırk metre yükseklikte olan bu doğa harikası kayalığın, sahil kısmında, denizle birleştiği yerde bir kumsal var. Bu kumsal da tarihi bir alan. Öncelikle bu kumsala yürüyüş yolu yok. Sadece denizden ulaşılabiliyor; ya da sarp ve tehlikeli kayalar arasından geçilerek gidiliyor. Bu gizemli, olağanüstü koy için derler ki Roma İmparatoriçelerinden Patriça yalnız başına bu koyda denize girermiş. Gerçekten koy o kadar güzel.

Kayalıklardan Midill Adasının görüntüsü

Patriça koyu


Ege Denizini ve Midilli Adasını seyreden kayalıkların bulunduğu 'Karakol Dağı'nın hemen arkasında, kuzeye bakan yamaçlarında, bu sefer bir başka güzellik, bir başka tarih saklı. Burada Anadolu ozanlarına ilham olmuş:
Allı turnam, bizim ele varırsan

Şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle

Gülüm gülüm, kırıldı kolum

Tutmuyor elim, turnalar hey… dizelerinde hitap edilenAllı Turnaların (Flamingo) yaşam alanı olan Tuzgölü uzanıyor boylu boyunca. Tuz gölü ki geçmişi belki iki yüz öncesine kadar uzanıyor. Burada yaşayan Rum köylüleri, tuz ihtiyacını karşılayabilmek için denizden suyun içerilere kadar çekilerek ve araya kanal yaparak suyu tutmaları sonucunda oluşmuş. Günümüze kadar da devam etmiş. Bu doğa harikasının arkası ta Kazdağlarına kadar uzayan ormanlarla kaplı. Bu coğrafyada her taraf ayrı bir güzellik, ayrı bir tarih ve arkasında dinlemeye değer öyküler barındırıyor.

Ancak şunu söylemek gerekiyor ki bu muhteşem doğa harikası ormanlar, bol oksien deposu ağaçlar, zeytinlikler, pandemik bitki örtüsü, Tuzgölü, Allı Turnalar, Tuzgöülündeki balıklar, deniz mahsulleri, Patriça koyu, dünyanın en güzel sahilleri, akvaryum gibi deniz, Vatikan'ın taşları bir derneğin değil, bir belediyenin veya bir kaymakamlığın gücüyle değil ancak ve ancak devletin gücüyle korunabilir, sahip çıkılabilir. Bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi. Aksi taktirde bakımsızlık, ilgisizlik devam ederse yarına hiçbir güzellik kalmayacak. Çıkan orman yangınları binlerce ağacı ve bitkileri alıp götürdü. Tuz gölünü kaderiyle başbaşa bırakmak en azından Allı Turnaların sonunu getirecek. Akvaryum gibi denizleri, tarihi koyları sahipsiz bırakmak çöplük yığınına dönüştürecek. Hiç kimse bu doğal güzellik karşısında bana ne diyemez.

Sorumluluk herkesindir: belediyenindir, kaymakamlığındır, valiliğindir, devletindir.

Bu bölge siyaset üstü cesur adımlarla, etkin bir planlamayla kurtulabilir, açık hava müzesine dönüştürülebilir.