0

Ne yazık ki öyle.

Ya da çoğu zaman öyle görülüyor.

İnsanımızdaki yaygın anlayış bu şekilde.

Sadece kamuda değil üstelik.

Devletin merkezi, yerel ya da özerk bütçeli her tür ve seviyedeki kurumunda geçerli olan bu, mesaiye geliş saatinin çalışanın statüsünü belirlediği anlayış ve uygulamasının maalesef özel sektör firmalarında da geçerli olduğunu görüyoruz.

**

Yıllar önce taşrada bir ilde çalışırken, bir sabah, kaldığım lojmandan şehir içi dolmuşla işe giderken, daha evvel bir vesileyle tanışmış olduğum bir doktorla karşılaştım.

Yanımdaki boş koltuğa oturdu.

Selam sabahtan sonra sohbete başladık.

O da işe gidiyormuş.

İş yerimle aynı istikamette bulunan bir hastanede çalışıyormuş.

Çalıştığım kurumu hatırlıyordu ama mesleğimi ve yaptığım işi unutmuş olmalı ki sordu.

Söyledim kendisine yaptığım işi.

'Ha! Tamam, hatırladım' dedi..

Sonra da..

'Tam olarak ne iş yapıyorsunuz' diye sordu.

Anlattım yaptığım işi de kendisine.

Verdiğim bu ilk cevaptan tatmin olmamış olmalı ki aynı minvalde birkaç soru daha sordu.

Çalıştığım dairedeki statümü merak ediyormuş anlaşılan.

Sormaya devam etti onun için.

Mesai kaçta başlıyor sizin için, diye sordu.

Tabi olduğumuz mesai rejimini anlatınca, inanmayacaksınız ama bana olan saygısının daha da bir arttığını gördüm.

Verdiğim cevapla, çalıştığım yerde statü itibariyle 'önemli' biri olduğumu düşünmüş olmalı ki, az evvel benimle 'senli-benli' diye konuşan arkadaş anında dilini 'sizli-bizli'ye çevirdi.

Tam tersi olması gerekir halbuki.

Değil mi sevgili okuyucular?

Ama öyle olmuyor ne yazık ki.

Odacı ya da temizlik elemanıysan eğer, en geç saat 7'de işte olman gerekiyor örneğin.

Memursan 8'de.

Şef'sen eğer yarım saat sonra.

Müdür yardımcısıysan bir miktar daha sonra gelebilirsin sabahları işe.

Müdür ya da daha üst seviyedeki bir daire amiriysen şayet çok daha sonraki bir saatte, saat 9- 9:30'da gelmen mümkün.

Genel mesai saati saat 8'de ya da 8 buçukta başlasa bile.

Kimse sana bir şey demiyor.

Statün müsait olduğu takdirde, mesai saatinden sonra iş başı yapmana bırakın kimsenin söz söylemesini, hakkın olarak görülür.

Belli bir statünün üzerinde bir çalışan isen, herkesin iş başı yapması gereken genel geçer sürenin çok sonraki bir saatte işe gelip öğleden sonra da yine mesai saati dolmadan, diyelim ki saat 3-4 gibi evine dönebilirsin.

Statü arttıkça mesaiye uyum zorunluluğu da azalıyor.

Tam tersi bir durumun olması gerekiyor halbuki.

Statü ve makam yükseldikçe görev ve yetkilerle birlikte sorumluluklar da artacağı için daha fazla çalışmaya, daha fazla çalışıp daha çok iş üretebilmesi için de daha uzun süre mesai harcanması icap eder.

Tepe yöneticinin, idare ettiği birimi ya da teşkilatı layıkıyla çekip çevirebilmesi için, belki de kendi biriminde en erken işe gelenlerle birlikte gelip en geç çıkanlardan biri olması lazım gelir.

Ama ne yazık ki toplum olarak bu anlayıştan çok uzağız.

Sonra da niye arzu ettiğimiz hız ve ölçüde kalkınamıyoruz diye dövünüp duruyoruz.

Olay basit bir matematik hesabıyla bile anlaşılabilir oysaki.

Ülke olarak hızlı bir kalkınma trendi yakalayabilme için daha çok çalışıp her sahada şimdikinden çok daha fazla katma değer üretmemiz şart.

Birim zamanda daha fazla katma değer üretilmesi de, takdir edersiniz ki, daha fazla çalışmadan mümkün değil.

Ama biz öyle yapmıyoruz.

Çalışmadan ya da olabilecek en az miktarda iş yaparak 'başarmak' istiyoruz.

Oysa böyle bir şeyin gerçekleşmesi mümkün değil.

Eşyanın tabiatına aykırı bir durum çünkü.