[email protected]

2000'li yılların başında, ülkemiz hem siyasi hem de ekonomik açıdan pek de iyi durumda değildi. Ülke, üçlü koalisyonla yönetiliyordu. Daha doğrusu yönetilemiyordu. Başörtüsü bahane edilerek özellikle kamusal alanda, milliyetçi ve muhafazakar kesime, ciddi baskılar yapılıyordu. Enflasyon hayli yüksek seviyelerdeydi. Gecelik faiz oranları, anormal değerlere ulaşmıştı. Bir anda döviz, müthiş (oranda) arttı. Nedeni, Cumhurbaşkanının Başbakana, Anayasa kitabını fırlatması olarak açıklandı (!). Ülkedeki ekonomik kriz derinleşmişti. Kemal Derviş Dünya Bankasındaki görevinden, ekonominin başına geçmesi için davet edildi.

Diyarbakır'a Tayinim

O dönemlerde, Türkiye Kalkınma Bankasında (TKB'de) bulunan odamda çalışırken Reyhan isimli sekreter arkadaş, heyecanlı bir şekilde, elinde sarı bir zarfla yanıma geldi. 'Ünal! Personel Müdürlüğünden seninle ilgili, hoş olmayan, bir yazı geldi' dedi. Bir an şaşırdım! Zarfı açtım, yazıyı hızlıca okudum. İçeriğinde 'TKB Diyarbakır Şubesine tayin edildiğim' yazıyordu. Şok olmuştum! Yanılmıyorsam bir önceki birim müdürünün isteğiyle üst düzey yöneticiler, benimle ilgili kararı almışlardı. Beni göndermek istiyorlardı. Aslında (bana göre) burada amaç, bu yolla kurumdan ayrılmamı sağlamaktı. Sorun; onlardan farklı dünya görüşüne sahip olmam ve onların istediği değil kendi özgün kimliğimdi. Halbuki kuruma sınavla 'uzman yardımcısı' olarak girmiştim ve 'yüksek mühendis' idim. Sınavla yetkili uzman yardımcısı, tez yazarak uzman sonrasında da kıdemli uzman olmuştum. Ayrıca o yıllarda, kurumun doktoralı bir iki elemanından biriydim yani 'Dr. Yük. Müh.' idim.

90'lı yıllarda, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki yatırımları finansal açıdan desteklemek amacıyla düzenlenen, (kaynak kullanımı destekleme) teşvik priminin kullandırılmasına yönelik, yoğun ve sorumluluğu ağır bir görevde yer aldım. Gece gündüz çalışarak binlerce firmayı değerlendirdim. (Kurumdan ayrılırken de oraya faydalı olması amacıyla 'Değerleme (Elspertiz) Raporu Hazırlama Esasları' başlıklı, derleme bir kitap bile yazdım). Kimse kolay kolay bu görevde, yer almak istemezdi. Çünkü içlerinde yönetici de dahil olmak üzere pek çok kişinin canı yanmıştı…

Teşvik faaliyetleri bittikten belli bir süre sonra işler azalmıştı. Bankayı tekrar canlandırmak için başka bir kurumdan, (özellikle Doğu ve Güneydoğu) Anadolu'daki potansiyel sektörlerin belirlenmesi işi alındı. Ben de Batman yöresinin, ekonomik potansiyelinin belirlenmesi görevinde bulundum. Gittiğim bölge ile ilgili mali uzman bir arkadaşla ciddi bir rapor hazırladık. Kuruma tekrar canlılık geldi. Tayinimin çıkmasına onay veren Genel Müdürden, 'Teşekkür Mektubu' bile aldım. Ama ne çare! Meğerse teşekkür mektubunun önemi yokmuş. Bir kere ipimi kesmişler ve türküde dediği gibi beni göndermeye karar vermişler (!). Yapacak fazla bir şey yoktu. Yapacağım en iyi şeyin; 'kurumdan ayrılmak' olduğuna, o günlerde karar verdim. Tüm çalışmalarıma rağmen bunlar başıma geliyorsa artık burada bana yer olmadığını düşündüm. Ancak düşüncemi gerçekleştirmek için daha belli bir sürenin geçmesi gerekiyordu…

Şubedeki Çalışmalarım ve Ankara'ya Dönüşüm

Yaklaşık sekiz ay kadar zor koşullarda, Diyarbakır Şubede çalıştım. Orada da şubeye ve çalışanlara ciddi katkı verdim. Ankara'dan gönderilen projeleri, yerinde inceleyerek değerlendirdim. Birikimlerimi ve tecrübelerimi tüm samimiyetimle şube elemanlarına, aktarmaya çalıştım. Onların yetişmesi için çaba gösterdim. Zira çoğunun kurumun faaliyetleri konusunda, deneyimi yoktu. Zamanın ekonomiden sorumlu Bakanı Kemal Derviş (Hükümeti), tasarruf amacıyla kamu bankalarının (pek çok yere açılan) şubelerinin sayısına, sınırlama getirdi. TKB yönetimi de Ankara dışındaki illerde açılan, tüm şubelerini kapattı. Dolayısıyla bu sayede tekrar Ankara'ya, Genel Müdürlüğe dönmüş oldum.

Beni gönderildiğim birime değil başka bir müdürlüğe verdiler. Bu durum benim için yıllardır çalıştığım kuruma, yeniden başlamak gibi bir şey oldu. Hiç unutmuyorum, müdürlüğe ilk geldiğim gün, birimdeki müdür yardımcısı: 'biz eleman istememiştik, seni bize göndermişler' dediğinde, şaşırmıştım! Kendisine: 'ben kuruma yeni başlamıyorum, buranın eski elemanıyım!' demiştim. Bildiğim kadarıyla o, başka bir kurumdan gelmiş ve TKB'ye de doğrudan girmişti. Amir olmasında, siyasi desteğinin de etkisi olduğunu düşünüyorum. İyi bir insandı. Sonrasında dost olduk. Ancak İsmet Özel'in deyimi ile 'zor zamanda' söylediği söz, beni üzmüştü…

Oda Arkadaşım ve Çalışma Masam

Yetkililer, birimde bulunan, salona benzer bir odada oturacağımı, söyledi. Onun dışarıya (caddeye) bakan duvarının bir köşesinde, bir arkadaş (yanında iki arkadaş), diğer köşesinde ise Atilla (Keçeci) isimli arkadaş oturuyordu. İç bölüme bakan duvarının kenarına (mali uzman bir arkadaşın yanına), bir masa koydular. Ben de bu masaya oturdum (ve kurumdan ayrılana kadar burada çalıştım). Masa kapıya yakındı. Kıdemli uzman olmama rağmen sanki kuruma yeni uzman yardımcısı olarak başlamış biri gibiydim…

Oda (salon) arkadaşlarımdan özellikle ikisi, benim için biraz farklıydı. Bunlar Halil ile Atilla'ydı. Halil epey bir zaman önce vefat etti. Rahmetli ozan Ali Ercan'ın söylediği 'iyileri öldüren dünya' misali, erken yaşta dünyayı terk etti. Mekanı cennet olsun!..

Atilla'nın Eğitimi, Kişiliği ve Cömertliği

Atilla, yanılmıyorsam babasının elçilik görevinden dolayı ilk veya ortaöğreniminin bir kısmını (ya da tamamını), yurt dışında tamamlamış, çok iyi Fransızca bilen bir arkadaştı. ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümünden, inşaat mühendisi olarak mezun olmuştu. Biraz ağır çalışırdı fakat çok çalışırdı. Boş oturduğunu hiç görmedim.

Bir kez birlikte göreve gittik. Görev, kuruma geçmiş olan bir akaryakıt istasyonunun 'değerlemesi' ile ilgiliydi. Tesis mahallinde, tüm projeleri istedi. Sonrasında firmanın ilk faaliyetinden başlayarak incelemeye başladı. Tarzına şaşırmıştım ancak takdir de etmiştim.

Benim de tesiste (istasyonda) bulunan teçhizat ve yakıt tanklarının, fiyatını belirlemem gerekiyordu. Oradaki bazı tanklar (hacim olarak) ise piyasada yoktu. Farklı hacimde olanları vardı. Ben de mühendislikte bilinen 'ara değer bulma yöntemini' kullanarak piyasada bulunmayan tankların, fiyatlarını tahmin etmiştim. Atilla, yöntemi ve fiyat tahmin denklemlerini görünce, çok şaşırmıştı. Ancak o da beni takdir etmiş olacak ki bana olan bakışının, görevden sonra değiştiğini hissettim. Galiba ikimiz de birbirimizi, seyahatte daha iyi tanımıştık…

Cömert ve yardımseverdi. Odadaki arkadaşlara, sürekli bir şeyler ısmarlardı. Soda ve meyve suyunu birbiri ile karıştırarak içmeyi (ve ısmarlamayı), çok severdi. Çaycılara harçlık verir ve onları gözetirdi.

Kurumdaki arkadaşlar, Hüseyin'in cenazesine giderken kalp krizi geçirdiğini ve sonrasında da ameliyat olduğunu söyledi. Aradım, hatırını sordum, geçmiş olsun dileklerimi sundum. Bir hafta sonra (hatırımı sormak için) o beni aradı. Biraz sohbet ettik. Ne kadar nazik bir insan olduğunu, o zaman daha iyi anladım. Hasta olmasına rağmen hatır sormama karşılık vermişti…

Acı Son ve Taziye

Geçenlerde Ziya (Çiftçi) isimli arkadaş, beni arayarak Atilla'nın vefat ettiğini söylediğinde, şaşırdım kaldım! Daha kısa bir süre önce konuşmuştuk. Sağlığına kavuştuğunu sanmıştım. Ölümü ani oldu. Elden bir şey gelmiyordu ve yapacak da bir şey yoktu. Zira emir 'Büyük' yerdendi.

Kendisine Allah'tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine de baş sağlığı diliyorum. Mekanı cennet olsun, güzel insanın!..