YALIN AYAK

Ağırdır uyuyamamak. Uykunun giderek, hayatının coğrafyasını terk etmesi.

Çok az kişi bilir omurgasız acılarımı. Belki bu nedenle çoğu insan, göz ucuyla bakar köhnemiş yaralarıma.

Niteliksiz bir dünya kurdum vaktiyle, boşboğazlık ettim, konuştum küçücük insanlara.

Katlandım, rastlantıların hapishanesine ve yaşamın giderek üstümü saran gri karartısına.

Kaçmak istedim, gırtlağıma düğümlenmiş tanıklardan.

Yadırganmayayım diye utançlı bir fısıltıyla konuştum.

Neden çok yakınım sık sık buharlı akşamlara, gürültücü cinnetlere bilemedim hiç.

Yüzümde barbar bir gerçeklik var. Gözlerimde kırılmaların ıslak noktaları. Sorular, camekanlar gibi ortada. Cevaplar kulaklarıma dizilmiş mozaikler. Kapılar açık, rüzgâr sarılır porselen karanlığa. Üşürüm.

Kimse duymaz masalların saydamlığını. Kullanılmaya hazır rüyalarıma ilişemez.

Durur yoklar kımıldanan perde. Gölgemi yoklar, aynalar ayakta, odayı tartar yürekliliğiyle.

Koparılmış adımlarla taşırım hüznün belleğini, yalnızlığa delirmemek için eşikte tırpalarım tahammülleri.

Öylesine denetimsiz olasılıklar. Kalın bir mutsuzluk, ekşimiz zaman.

Aciz bir cinayet, karbon bir hınç, evimin yolu. Eskiyip gitti anlamlar. Akıp gittim ölümden, boyandım her yeni başlangıçta, kendimi dağıtacak yer çekimini, kahverengi pencerelerden uğurladım. Sabaha kıvranmış sokakta diriler aradım. Sessizlik gökyüzünde bedenlenmiş. Onarmıyor ciğerlerimi, lekesi kalıyor.

Azala azala içime kapandım. İçimi bıraktım kuyularda. Yüzüstü bıraktım şiirleri. Heveslerimi ufaladım, ortada kaldı fikirler, pabuç bıraktım arkamda, kovgun bir tartıma.

Bana ayrılmış bir uçurumdu edebiyat, seyretmeye geldiler yazdıklarımı. İnfaz ettiler, eksilmez mezatta pazarlık yaptılar.

Aldanmadım, metinler dağlanıp mürekkeplendi defterlerde. Yolunu bulmaya niyette, cisimlenmiş çok sonra, sarkıyor çağından ateş takınan sesiyle.