Müttefiklik Krizi: Trump-Netanyahu Gerilimi ve İsrail’in Yalnızlığı

Geçtiğimiz aylarda ABD eski Başkanı Donald Trump'ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya yönelik sert eleştirileri hem Amerikan iç politikasında hem de Orta Doğu denkleminde ciddi dalgalanmalara yol açtı. Trump’ın “ihanet” vurgulu açıklamaları, özellikle 2020 seçimleri sonrası Netanyahu’nun Joe Biden’ı erken tebrik etmesini hedef alırken, bu çıkışın arka planında sadece kişisel bir kırgınlık değil, aynı zamanda değişen jeopolitik dengelerin de izleri var.

İsrail uzun yıllardır ABD’nin koşulsuz stratejik müttefiki olarak görülüyordu. Bu ilişki, askeri yardımlar, diplomatik destek ve teknoloji paylaşımıyla derinleştirildi. Ancak son dönemde özellikle Gazze Savaşı sonrası Batı’da yükselen İsrail karşıtı kamuoyu baskısı ve Amerikan kampüslerinde patlayan Filistin yanlısı protestolar, Beyaz Saray’ın İsrail’e desteğini hem iç hem de dış kamuoyu önünde daha temkinli hale getirdi. Trump’ın sözleri ise bu çatlağın hem sağ hem de muhafazakâr çevrelerde belirginleşmeye başladığını gösteriyor. Netanyahu’nun Biden’ı tebrik etmesi gibi diplomatik bir refleks bile, Trump için affedilmez bir ihanet sayıldı. Bu, müttefiklik ilişkisinin kişisel sadakat üzerinden yeniden tanımlandığını gösteriyor ki, bu hem İsrail hem de ABD için tehlikeli bir zemin.

Peki bu kriz, İsrail’in bölgesel ve küresel yalnızlığını nasıl etkiler? 

Öncelikle İsrail'in ABD'deki geleneksel iki partili destek algısı ciddi bir yara almış durumda. Demokrat Parti içerisindeki ilerici kanat, İsrail'e yönelik eleştirilerini artık daha açık şekilde dillendiriyor. Cumhuriyetçiler ise Trump sonrası dönemde İsrail’e olan desteklerini, ideolojik saikler kadar Trump’a olan sadakat üzerinden de şekillendiriyor. Bu durum, İsrail’in Washington’daki siyasi manevra alanını daraltıyor. İkincisi, Arap dünyasıyla normalleşme sürecinde atılan adımlar da Gazze sonrası büyük sekteye uğradı. Suudi Arabistan, BAE ve diğer Körfez ülkeleri, kamuoylarının baskısıyla İsrail'le yakınlaşma politikalarını dondurdu. Bu, Tel Aviv’in diplomatik açılım hamlelerinin kırılganlığını ortaya koydu.

Son olarak, uluslararası mahkemelerde Netanyahu ve İsrail Savunma Bakanı'na yönelik olası savaş suçu soruşturmaları, İsrail’in Batı'daki meşruiyetini daha da tartışmalı hale getiriyor. Bu da yalnızlaşmanın sadece bölgesel değil, küresel boyutta da derinleşeceğine işaret. Trump-Netanyahu gerilimi, bir kişisel çatışmadan çok daha fazlasını simgeliyor. Soğuk Savaş sonrası kurulan ittifak yapılarının, 21. yüzyılın değişen siyasi, ahlaki ve demografik dinamikleriyle sınandığı bir döneme giriyoruz. İsrail’in bu yeni dönemde yalnız kalmamak için ya dış politikada radikal bir yön değişikliğine gitmesi ya da içerde daha uzlaşmacı bir liderlik profiline yönelmesi gerekecek. Aksi halde, müttefiklik krizinin doğurduğu yalnızlık, yalnızca diplomatik bir sorun değil; aynı zamanda tarihsel bir yol ayrımının işareti olabilir.