Milleti, bazı insanların kendi menfaatleri ve yandaş telkinleriyle korkutmak, aslında insanların genetik
(DNA) sını, bozmak ve yaşam kalitesini kısıtlamak demektir. Bunun vebali büyüktür.
Direndiniz, dikildiniz, eğilmeyi, alttan almayı, yalvarmayı reddettiniz. Hakkınızı aradınız, doğru bildiğinizi söylediniz:
Kadınsanız; aklınız ermez böyle şeylere
Muhalifseniz; Devlet büyüklerine küfür ettiniz,
Resmi dairede iseniz; Memura hakaret ettiniz.
Karşınızdaki polis, subay, bekçi veya Mübaşir ise; üniformaya hakaret ettiniz.
Bunların hiç biri tutmadı mı? O halde; Ateist, dinsizsiniz, kökü dışarıda kanı bozuksunuz.
Yine mi olmadı? Öyleyse siz davaya ihanet eden döneklersiniz, düşmansınız...
Hele bir deneyin. Dümen sularına gitmeyin de, bir pis işin üstündeki örtüyü şöyle bir kaldıracak olun. Zülf-ü yâre dokunun. Vay geldi halinize. Fikir hürriyetinin sözde savunucuları derhal karşınıza çıkacak, ellerinde kızgın demirler ile alnınızın ortasına damgasını vuracaklar. Ta mezara kadar. Hatta mezarda bile uğraşacaklar sizinle...
Belki günün birinde neşeli bir tarihçi çıkar insanlık tarihinde ki, korku ile neşenin savaşını açıklayıp yorumlar...
Öyle ki; bazı liderler ve siyasetçiler, alaya alınmaktan korkarlar. Çünkü bütün kuvvetleri korkuya dayanır.
Bunun için, senelerdir çoğu siyasetçiler ve çoğu liderler, insanları korkutarak idare etmek istiyor ve başaramıyorlar. Gerçi bunları da kendi ideallerini uygulamak için yaptılar ama, bütün korku eksenindeki idealleri gerçekleşmedi. Çünkü korku, hiç bir ideale temel olamaz. İdeal insanların olgunlaşmasıyla, toplumun aydınlanmasıyla olur.
Halbuki insanlık ancak korkuyu yok ettikten sonra ilmin ve toplum hizmetlerinin gelişmesine tanık olur.
Her iş adamı ve insanları idare etme makamında olan her insan bu gerçekleri bilmeli ve korku refleksinin hüküm sürmesine müsaade etmemelidir. Çünkü korku ile hiç bir iş başarılamaz. Tehdit ederek, insanları zorlayarak bir sonuç almayı ümit edenlerin, yalnızca elleri boş kalır. Korkuyu kazanç gayesi görenler, sonunda her şeyden yoksun kalırlar.
Neşe ise; her konuşmada ve her hitabede, bir anlık gülme, soğuk havayı dağıtır ve herkesin dikkatini toplar. Bu sayede mecliste bile samimiyet doğar, herkes dikkat kesilir şüphelerini unutur ve rahatsız oturmaktan vazgeçer. Çünkü ferahlamışlardır ve kendilerini ferahlatan insana dost gözü ile bakmaya başlamışlardır.
Ayrıca; Karar merciilerin mutlaka insan psikolojisi üzerine ihtisasa tabi tutulmaları gerekmektedir. Özellikle Hakim ve Savcılarımızın.. Adaleti sağlayanlardır, kanun savunucusu, hatta biz bunlara, insan Hayatının sigortaları da diyebiliriz.
İngiltere'de hakimler bile, gurur ve ciddiyetleri ile meşhur olmakla beraber ufak tefek nükteleri kaçırmazlar ve bu şekilde mahkeme salonunun soğuk havasını biraz olsun gidererek, neşenin ne kadar kıymetli bir şey olduğunu anladıklarını gösterirler. Hakimler küçük ölçüde mizahın mahkeme ciddiyetini bozmayacağını, hatta adaletin hangi tarafta olduğunu göstermeye dahi yardım edeceğine inanırlar.
Eğer bu tutum değişirse "Bu ne ya yüzün mahkeme duvarı" gibi sözün de benzetmesi olmayacaktır artık.
Korkunun çoğu hayal mahsulüdür. İnsan bazı kötü şeylerin olabileceğini düşünür; ama düşündüklerinin belki de hiç birisi gerçekleşmez.
Bakınız; şahsımın da dahil olduğu milli ideal uğrunda yaşadıklarım aklıma geldikçe, korkunun ve korku salmanın, beynimizi ne kadar tahribata uğrattığının şahidiyim... Bir insan sönük, ürkek, korkak olmasından dolayı ne fikir üretme gücü oluşturabiliyor ne de, topluma faydalı birşeyler üretebiliyor.
"Korkak olayım sağ olayım vesselâm"!..misâli maalesef Türklük şuurumuzda yoktur. Çok şükür... Ama olmasına yeltenenler, savaşçılığımıza ve Türklük idealimize sekte vuracaklarını da bilmelidirler.
Ne demiş Akif, Milli İstiklâl Marşımızda...
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak...
TÜRK KORKMAZ..Korkuyu korkutarak yeneceğiz...
Tanrı Türkü Korusun
Sevgi ve Saygılarımla