Kendi Aşk Öyküm-3: Yalancı Mektuplar

Bunca aşk kitaplarından sonra kendi hikâyemi de yazmaya devam ediyorum.

İnsanın kendi aşk hikâyesini nasıl yazabilir?

Bir hikâye gibi başkasına nasıl anlatabilir?

Bunu başardım!

Her zaman her yaşta ve öğrencilik yıllarımda daha yoğun olmak üzere samimi dostlarımın aşk mektuplarını ben yazardım. Çok sipariş mektubu yazmıştım. Şimdi ne zaman bir aşk mektubu okusam kendi öykümü anımsarım ve üzülürüm.

O günlerde çok sevdiğim bir arkadaştan bir aşk mektubu siparişi almıştım. Okulda genelde herkesi tanırdım ama mektup yazdığım kızın adını ilk defa duyuyordum. Hatta bu mektup işi o kadar gündeme gelmişti ki ben kendi sevgilime zaman ayırıp yazamaz olmuştum çünkü arkadaşım her akşam benden yeni mektup yazmamı istiyordu. Bir kaç defa bu kızın nerede yaşadığını sormuş ama yanıt alamamış, uzaklarda oturduğunu düşünmüştüm. Üç ay boyunca her gece arkadaşım bana gelir, mektubunu yazdırmadan gitmezdi.

Yine bir gece ısmarlama mektup yazarken sevdiğim kız aramış ve mutlaka konuşmamız gerektiğini söylemişti. Bütün ısrarlarıma rağmen evime gelmeyip parkta buluşmak istemişti. Zaman kaybetmeksizin yazdığım mektubu da yanıma alarak buluşma yerine gitmiştim.

Geldiğinde yüzüme bakmıyor, utanır gibi bir hali vardı.

Bir sıkıntısı olduğunu anlamıştım.

Çantasını masanın üstüne koyup içinden bir tomar mektup çıkarıp önüme koymuştu. “Bunlara bak” demişti. “Bunları oku da gerçek sevgiyi gör.”

Ne demek istediğini anlayamamıştım.

Mektuplara elimi sürmeden onu dinlemeye başlamıştım.

Ağır ağır konuşmaya başlamıştı. “Kendime kızıyorum” dedi. “Aslında ben seni seviyorum ama uzun zamandır senin de tanıdığın Yusuf bana her gün mektup yazıyor. Ve ben, bunları okurken bir insanın nasıl oluyor da beni bu kadar derinden sevdiğine şaşıyor ve bu sevgiye karşılık vermezsem hayatımda ilk defa bulduğum ve bir daha asla bulamayacağım aşkı kaybedeceğimi biliyorum. Bu yüzden seninle konuşup yaşadığımız bu ilişkiyi bitirmeye karar verdim. Artık onunla çıkacağım.”

İlk önce şaka yaptığını sandım.

“Hayır”, dedim. “Yusuf olamaz, çünkü onun bir sevdiği var, ama uzaklarda.”

“Hayır, olamaz”, dedi. “Nasıl olur? Baksana şunlara, bunlar sahte sevdayla yazılamaz, yanılıyorsun.”

İçlerinden rast gele bir tanesini açıp benim önüme koydu.

O an beynimden vurulmuşa döndüm.

“Haklısın”, dedim. “Hatta öyle çok yanılıyorum ki, bunu sana asla anlatamam.” Çünkü mektuptaki isim, benim her gece mektup yazdığım kızın ismiydi. Son bir kez daha, kendimi toparlayıp zoraki gülümsemeye çalışarak, “Ama o kızın ismi Deniz’miş, oysa senin ismin Gülden”, dedim.

Güldü. “Bak yine yanılıyorsun”, dedi. “Benim ismim Gülden ama o bana hep Deniz der. Ve mektuplarını da hep Deniz diye yazar.”

Ne söylesem dinlemiyor, beni duymak bile istemiyordu. O bunları yazamaz, dediğimde ise onu kıskandığımı, aslında benimle boş zaman yaşadığını, aşktan anlamadığımı, söylüyordu.

Hayatımın hatasını kendi yazdığım mektuplarla ödemiştim. Ben kendi silahımla vurulmuştum kimsenin suçu yoktu. O isme yazdığım her satır, benim kendi sevdamı anlatıyordu. Ama ben, kendi mektuplarımla sevdiğim kızı çok yakın bir arkadaşıma veriyordum.

Susup kalmıştım.

Ne söyleyeceğimi, ne söylemem gerektiğini bilemiyordum.

Sıkıntımı anlamış gibi, “Çok acı çekiyorum” dedi. “Bunu sana söylemem kolay olmadı. Ama söylemem gerekti. Çünkü iki ilişkiyi birden yürütemem. İki kişiyi aynı anda sevemem. İki kişiye birden âşık olamam. Böyle devam etmiş olsam seni aldatmış olurdum. Sana dürüst davranmak isterim. Biliyorum ki, sende beni anlayacak ve bana hak vereceksin.”

Bir anda bütün gerçeği söylemek geldi içimden. Göz göre göre bir yalancı sevdanın kölesi olmasına gönlüm razı gelmedi ama söyleyemedim. Az daha ağzımdan kaçırıyordum; o mektupları Yusuf’un değil benim yazdığımı. Onun sadece benim el yazımı kendi el yazısıyla değiştirip gönderdiğini, hatta değiştirirken zorlandığını, mümkün olduğu kadar mektupları daktiloda yazmam için bana yalvardığı aklıma gelmişti. Mektuplarda yazılı olan duyguların onun gerçek duyguları olmadığını, o aşırı, o derin duyguların sahibi benim olduğumu, söylemek istedim ama söyleyemeyip susup kaldım.

Meğerki ben onun sevdiğine yazarken bilmeden kendi sevdiğime yazmışım. Bir başkasına yazıyormuş gibi kendi duygularımı yazmışım. Kendi sevdiğimi kendi ellerimle bir başkasına âşık etmişimde haberim bile olmamış. Kendi sevda selimi bir başkasının eline vermişim. Kocaman okyanus olan sevdamı gün gün kendi ellerimle kuruturken, bir başka yalancı sevdayı kocaman denize çevirmişim. Benden beslenip, beni yok ederken, kendi dünyasını kurmuş, ben onun dünyasını inşa etmişim. Sevdiğim kıza, “bu gece gelemem, bir arkadaşa mektup yazmam gerek”, derken, kendi dünyamı yıkmışım.

Bir an yazdığım bütün mektuplar canlandı gözümde. Bu haksızlık diye düşündüm. Ama onun gözünde Yusuf öyle büyüktü ki, ne yapsam, ne söylesem bana inanmaz, benim oyun oynadığımı düşünüp bana duyduğu sevgisini de tamamen yok edebilirdim. Bu yüzden gerçeği sakladım. Söylesem benim yalan söylediğimi sanıp belki o zaman bana kızar, bir daha benimle görüşmek istemezdi. Ama hiç olmazsa şimdi sevgili olmasak ta dost kalabilir ve onu kısıtlı da olsa görebilirdim, bu yüzden gerçeği sakladım.

Ayrılırken, “Onu seviyor musun?”, diye sordum.

Şaşırmış bir halde, “Sevmek mi?”, dedi. “Bak işte şimdi saçmaladın. Sevmek az gelir, deli gibi aşığım ona. Bu mektuplardaki aşkı bir okumuş olsaydın, sen de anlardın, seni bırakıp bu aşkın peşinden nasıl bu kadar kolay koşabildiğimi. Onun yoluna canımı bile verebileceğimi, ama okumak istemiyorsun nedense. Belki de sen, böyle bir sevgiyi hiç yaşamadın. Böyle derin bir aşkı yaşamak ya da görmek istemiyorsun. Doğrusu bu kadar derin bir aşkı hissedemezsin sen. Eğer sen yazabilseydin bunları, şimdi bunları söylemek yerine sana sımsıkı sarılır, seni sabahlara kadar öpebilirdim. Öpmek bile az gelirdi, seninle her şeyi yapardım.”

O konuşuyor, bense susmuş dinliyordum.

Tanrım ben böyle ne yapmıştım? Neden içimden taşan sevgiyi kendi sevgilime yazmayıp bir başkasının sevdiğine yazmıştım. Tepeden tırnağına kadar büyülenmişti o mektuplardaki derin sevgiye. Sanki yerde değil, gökte uçuyordu. Hiç bir şekilde onun büyülü dünyasını bozmayı göze alamadım. Sırf onun mutluluğu için bu şekilde devam etmeye karar verdim.

“Yine arada sırada yazabilir miyim?”, diye sordum. “Açık konuşmak gerekirse,” dedi, “İstediğin zaman yine evime gelebilirsin.” “Yok”, dedim. “Gelmek değil, yazmak istersem.” Durdu bir an. Söyleyeceklerini önce düşünüyor gibi önüne baktı, sonra gözlerime bakıp, “Sağ ol ya”, dedi. “Varlığın yeter, mektuba gerek yok. Zaten bana yazan birisi var.”

Mektuplarını tekrar çantasından çıkarıp elleriyle sevdi, okşadı, göğsüne bastırdı, öptü, kokladı, özenle çantasına yerleştirdi. “Üzülme” dedi. “Benim mutluluğuma sende sevinmelisin. Gerçek dostlar birbirlerinin her sevincini ve acısını paylaşırlar. Gitmem gerek. Mektubunu bir an önce okumam gerek. Buraya gelirken aradı ve bana yazmakta olduğunu söyledi”

Geç kalmış gibi hızlı hızlı gitmişti.

Ama o akşam, o çok merak ettiği mektubu okuyamadı. Çünkü ben, onun ardından yazdığım mektubu yırtıp çöpe atmıştım.

Şimdi bunları yazarken koşar adım gittiğini görür gibiyim, hayalimde canlanıyor. O gün anlamıştım, ne kadar çok seversen sev, bir ilişkiyi tek başına sevmenle yürütemezsin. Ve kendini bir başkasına sevdiremezsin…