Türkiye İstatistik Kurumunun, Kasım 2016 dönemine ilişkin İşgücü İstatistikleri 15 Şubat 2017 tarihinde açıklanmış ve Ülkemizdeki kronik işsizlik sorununun ivme artırması ve çift haneli rakamlara demir atması dikkat çekmiştir. 2016 yılı Kasım döneminde geçen yılın aynı dönemine göre işsiz sayısının 590 bin kişi artarak 3 milyon 715 bin kişi olduğu, işsizlik oranının 1,6 puan artarak % 12,1 seviyesine ulaştığı, tarım dışı işsizlik oranının 1,9 puan artarak % 14,3'e, genç nüfustaki işsizlik oranının ise 3,5 puan artarak % 22,6'ya çıktığı, istihdam oranının ise değişmeyerek % 45,8 olarak gerçekleştiği, işgücüne katılma oranının ise 0,9 puan artışla % 52,1 olarak kayıtlara geçtiği görülmüştür.
İşsizliğin küresel önemli bir sorun olduğu, ancak bu konuda çeşitli ülkelerin; değerlendirmeleri, duyarlılığı, ekonomik güçlerinin bu sorunu massetme derecesi ve sosyal ile siyasi yapıları üzerindeki etkileri arasında farklılıklar olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte, uluslararası standartların ve kıyaslamaların sağlıklı bir yoruma ulaşmada en önemli bir referans olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Bütün bu bulgulara bakıldığında Ülkemizde işsizliğin geldiği seviye, bu konunun artık ihmal edilemez ve söylemlerle geçiştirilemez bir noktaya geldiğini göstermektedir.
Nüfusumuzun ve işgücüne katılma oranının artmasını işsizliğe mazeret olarak gösterme kolaycığına kapılmadan, istihdam yaklaşımımızı sorgulamalı ve eksikliklerimiz ile yanlışlarımızı görmeliyiz. Özellikle tarımın dünyada ne kadar önemli olduğu vurgusunun yapıldığı bir ortamda bir yandan da tarımdaki istihdamı küçümseyen söylemler ve yaklaşımlar en büyük çelişkimizi ve strateji yanlışımızı göstermektedir. Uzun bir süredir kırsal kesimden kente olan göçü (Ülkemizin her tarafından büyük şehirlere olan nüfus hareketleri dahil); gerekli planlamalar yapılmadan ve yeni istihdam imkanları sağlanmadan teşvik eden uygulamaların ve gelişmelerin yaratılması, bu sonucu getirmiştir. İletişim ve ulaşım imkanlarının arttığı, çağdaş eğitim ve öğretim ile sağlık olanaklarının geliştiği günümüz dünyasında; kırsalda yaşayanları bu imkanlardan mahrum bırakmadan, bulundukları yerde istihdamlarını öngören ve Ülke üretimine katkı yapan bir modeli süratle yaşama geçirmeliyiz. Elbette kentlerde istihdam imkanlarını yeterli düzeye getirir ve çağdaş bir yaşamı onlara sunabilirsek, kentsel yaşama göçü teşvik edelim, burada en önemli hassas konu; kırsaldakilere sunulacak imkanların artırılması sonucunda, geçim şartları ve diğer zorluklar nedeniyle gerçekleşen zorunlu bir göçün önlenmesidir.
Son verilere göre, istihdam açısından; tarım ve sanayi sektörünün payı azalırken, hizmet sektörünün doğal olarak arttığı, turizm sektöründeki istihdamın ise gerek küresel gerekse Ülkemizdeki şartlardan dolayı daraldığı bilinmektedir. Ancak, turizm sektöründeki iyi dönemlerimizde bile Ülkemizin tarihi ve coğrafi avantajlarından gereği kadar yararlanamadığımızı, aktiviteyi tüm yıla yayamadığımızı, döviz gelirlerimiz ve istihdam açısından önemli katkılar sağlayabilecek bu imkanları rasyonel olarak kullanamadığımızı dikkate alarak, gerekli sorgulamaları yapmalıyız. Çünkü, her konuda başarıya giden yol; özeleştiri yapma ve hataları kabullenme erdemiyle kesişir. Dolayısıyla, Ülkemizin gerçeklerini ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak, işsizliği azaltacak en uygun istihdam dağılımını bu temel sektörler arasında paylaştırarak bulmak zorundayız.
Ülkemizin en önemli sorunlarından biri olduğu hususunda uzlaştığımıza şüphe duymadığımız konulardan biri de eğitimdir. Eğitim modellerimizin geçmişten bu yana devamlı değişmesi (Bir eğitim modelimizin olduğu bile tartışmaya açıktır.) ve dünyada başarılı örnekleri olan çağdaş bir modelin kurulamaması, bugün yaşadığımız bir çok sorunun temel nedenidir. Doğal olarak eğitimdeki sorunların da işsizliğe katkıları çok olmuştur. Dolayısıyla, çağdaş bir eğitim modelinin kurularak; Ülkemizin ihtiyacı olan meslekleri dikkate alan, erken yaşlarda mesleki ve branş tercihlerinin yapıldığı, eğitim görenlerin yetenek durumlarına göre yönlendirildiği, programlı, kaliteli ve yaygın bir eğitim modelini uygulamaya sokmak; işsizlikle mücadelede başarıya ulaşmayı kolaylaştıracaktır.
Bilindiği üzere istihdam yaratmak ve işsizliği azaltmak üzere geçmişten bu yana Ülkemizde kurumsal, yasal ve idari düzenlemeler yapılmış, ancak rakamsal veriler bu çabaların beklenen seviyede sonuçlar vermediğini kanıtlamıştır. Ülkemizdeki istihdamı geliştirmek ve işsizliliği azaltmak amacıyla görev yapan kamuya ait kurumsal yapıların mutlaka faydaları olmuştur. Ancak, istihdam yaratmak için getirilen teşvikler, destekler ve alınan tedbirler; gerekli karşılığı bulamamış, yeteri kadar istihdam yaratacak yatırımlara dönüşememiş, kaynaklar etkin kullanılamamış, teşvik ve desteklerin denetiminde aksaklıklar olmuş ve öngörülen istihdam imkanlarının gerisinde bir sonuç ortaya çıkmıştır. Diğer yandan, bu alandaki diğer bir kamu misyonu ise işveren ile iş arayanı buluşturma noktasında geleneksel faaliyetler olarak hizmet etmiş, ancak iletişimin arttığı ve hızlandığı bir ortamda, işsizlerin kendileri de direkt olarak iş arama çabalarını yoğunlaştırmıştır. Ayrıca, bu süreçte istihdam ile ilgili yapılan bazı düzenlemelerin istihdam maliyetini artırması sonucunda; bu maliyetten kaçınmak isteyenler doğal olarak zorunlu olmadıkça yeni istihdamlara yönelmemişlerdir.
Bir diğer önemli husus ise iş arayanların yaşadıkları bölgelerde (Doğup büyüdükleri, ailelerinin bulunduğu, İkamet ettikleri vb.) istihdamlarının sağlanmasına ağırlık verilmesidir. Çünkü, iş arayanların bu bölgelerde iş bulmaları halinde; gerek iş tercihleri gerekse maddi şartlar açısından fazla katı bir tutum içine girmeme olasılıkları fazladır. Dolayısıyla, 'aile/akrabalık bağları, kişinin giderlerinin az olma ihtimali ve bildiği bir çevrede yaşama' gibi kriterler; iş arayanların istihdam tercihlerini anılan bölgelerde kullanmalarını sağlayabilecektir.
Kamu ve özel sektördeki istihdam maliyetlerine bakıldığında ise; Devletin bir kişiye istihdam sağlamasının maliyetinin özel sektöre göre kat kat fazla olduğu görülmektedir. Bu nedenle, kamu kesimi dışındaki her türlü istihdam teşvik edilmeli, kendi işini kuranlara ve küçük çaplı istihdamı öngören işletmelere de destek olunmalıdır. Ancak, istihdam yaratan bu girişimlere; vergi, prim vb. gelirler üreten kaynaklar olarak bakılmamalı, mevzuat ve idari düzenlemelerle; yeni yükümlülükler, ek maliyetler getirilmemeli ve parasal cezalarda ölçü kaçırılmamalıdır. Çünkü, bu tür dozunu artıran kamusal yaklaşımların (Merkezi idare veya mahalli idarelerin), girişimcilerin; iş kurma, işini devam ettirme veya işini geliştirme motivasyonunu bozabileceği, işini kapatma ve birikimlerini başka bir şekilde değerlendirme olasılığına yöneltebileceği dikkate alınmalıdır.
Siyasi iktidarların; sosyal devletin gereği olarak vatandaşlarına iş bulmak görevi kapsamında bu düşüncesini özel sektöre açması, tavsiye etmesi ve sorumluluğu paylaştırmak istemesi doğaldır. Özel sektör ise verimlik ve karlılık mantığı üzerine kurulu bir düzendir. Bununla birlikte, bir çok özel sektör kuruluşu geçmişten bu yana sosyal içerikli bir çok projeye imza atmış ve mali destek sağlayarak sosyal duyarlılık göstermiştir. Bu açıdan bakıldığında, özellikle son yıllarda siyasi iktidarın işsizliğin azaltılması amacıyla sık sık gündeme getirdiği 'her işletmenin bir kişiyi işe alması' mealindeki söylemleri beklenilen karşılığı bulamamış, ancak, Devletin; istihdam maliyetini düşürecek bazı düzenlemeler ve iyileştirmeler yapması halinde, özel sektörün de bazı olumlu ilave istihdam adımları atacağı izlenimi edinilmiş ve asgari ücretteki artışın ardından sigorta primi, vergi vb. bazı teşvik ve destekler ardı ardına uygulamaya sokulmuştur. Siyasi iktidarın mali esneklikler öngören bu tutum değişikliğinin sebebi; işsizliğin hızla artması, yeni yatırımların ve ilave istihdam imkanlarının ötelenmesi ve gecikmesidir. Dolayısıyla, şartlar, siyasi iktidarı pratik ve kısa vadede sonuç verecek bu önlemlere yöneltmiştir. Ancak, işsizliğin seviyesinin ekonominin durumunu gösteren bir sonuç olduğu unutulmamalı ve uzun vadeli projeksiyonlar ile tedbirlere ağırlık verilmelidir.
İstihdam açısından diğer önemli hususlar ise ücret seviyesi ve verimliliktir. Sendikal hareketlerin güçlü olması da işsizliğin artmasını önlemede katkı sağlayabilir. Bütün bu konularda işverenlerin ve sendikaların samimi olması, özeleştiri yapması ve Devletin de sendikacılığı tarafsız bir yaklaşımla desteklemesi gerekir.