Bir çocuk boya kutusunu açtığında dünya yeniden doğar. Yetişkin ise paletini düzenlerken kaybettiği cennetin haritasını arar. Sanat, bu iki evren arasında gidip gelen bir aynadır. Aynanın arkasındaki sır hep yerindedir ama aynaya her baktığımızda çocuk ve yetişkin için de görünen hep değişiktir.
Sınırsız bir evrende “Bu Ne?” sorusu yoktur çocukta… Kırmızı bir leke ateş değil, gözyaşlarının tuzlu yolculuğudur. Çocuk için resim yapmak, kelimelerinin yetmediği yerlerde nefesini rahat almaktaki hazdır.
Aman kusursuz olmalıyım diye bir derdi yoktur çocuğun. Fırçası düşer, boyalar birbirine karışır, ayak, el, resimlerde kafadan büyük boyanmıştır. Çocuk için önemli olan içindeki coşkunun kağıda sıçramasıdır. Picasso’nun “çocuk gibi resim yapmayı 15 yılda öğrendim” sözü boşuna değil. Çocuk için "sihir" bir gerçektir. Sahnede perdenin arkasına saklanan kuklacıyı görmez, Hacivat’ın, Karagöz’ün sesine inanır. Tiyatro onun için kendi dünyasını değiştiren bir sihirdir.
Yetişkinlerde ise sınırların gölgesinde “Bu Ne Anlatıyor?” takıntısı vardır. Onun için tablo bir bilmecedir; semboller çözülmeli, sanatçının ne demek istediği, niyeti anlaşılmalıdır. Vincent Van Gogh'un “Yıldızlı Gecesi” astronomi raporu değilse nedir? Ah yetişkinler ah, beğenilmeme korkusu yok mu? “Yetenek yok diye çizmeyi bırakan”, “sesim oldukça kötü” diye şarkı söylemeyen yetişkinler…
Oysa çocukken hepimiz yağmurlarda şarkılar, türküler söylerdik.
Müzelerde sessiz yürüyüşler paha biçilmez tablolar, eleştirmen yorumları… Sanat hayatın dışında bir performansa dönüşür.
Sizlerle bir çarpıcı karşılaştırma yapalım ne dersiniz? Aynı resim ama iki Bakış. Konumuz bir ağacın resmi olsun. Çocuk o ağaca baktığında “Dalları annemin saçı gibi dalgalı, kıvırcık ta diyebilirim.. Köklerinde böcekler uyuyor. Şu turuncu leke, düşen güneşi yakalayan “ağaç Gözündü” der baktığı gözleriyle çocuk…
Yetişkin ise Kompozisyon çok dengesiz… Turuncu renk kullanımı oldukça naif… Bu empresyonist etki mi? Hımm… Sanatçı iklim krizine gönderme yapmış olabilir mi acaba? " Evet evet gönderme yaptığı kesin " der iç sesiyle…
Çocuk sanatı, kayıp cenneti hatırlatan bir köprü misalidir. Çocuklar bize çoktan unuttuğumuz bir hakikati fısıldarlar. “Sanat yargılanmak değil, yaşamak için var.”
Bir tiyatro sahnesinde Çocuk Keloğlan olurken, babası oyunun dramaturjik yapısını düşünüyor. Perde kapandığında baba oğlunun gözündeki ışığı görünce “ben neyi kaçırdım acaba” diye irkiliyor.
“Anadolu”muzda köy çocukları, toprakla yaptıkları heykellere “yağmur duası” diyor, yetişkinler ise aynı eserlere “İlk Çağ Heykel Sanatına referans” diyor.
Çocuk, sanatı nefes almak için yapar, yetişkin anlam aramak için. Aslında gerçek Sanat bu ikisini buluşturan yerdir.
Bir yetişkinin eli çamura değdiğinde, çocukluğun coşkusunu hatırlaması…
Bir çocuğun resminin yetişkine “Hayat sadece analiz edilecek bir veri değildir "diye haykırması…
Dünya son hızla dönerken, bazen durup bir çocuğun resim defterine bakmalı...
Belki o minicik eller, Kaybettiğimiz Cennetin Anahtarını çizmiştir.
“Fırçayı Bırakırsak Ruhumuz Kurur” diyerek bir sonraki yazımda buluşana kadar” sevgiyle kalın.