Diplomalı Ama İşsiz: Eğitim ve Gerçek Hayat Arasındaki Uçurum

Her yıl binlerce genç büyük umutlarla üniversite kapısından içeri giriyor. Kimisi ailesinin gururu olmanın, kimisi kendi ayakları üzerinde durmanın hayalini kuruyor. Fakat o kapıdan çıkarken çoğu zaman ellerinde bir diplomadan fazlası kalmıyor. Çünkü Türkiye’de artık üniversite bitirmek, iş sahibi olmanın değil, işsizler ordusuna katılmanın bir göstergesi haline geldi. Bu tabloyu doğuran en temel neden, eğitim ile istihdam arasındaki derin uyuşmazlık. Üniversiteler, yıllardır aynı kalıpların içinde, dünyadaki teknolojik ve ekonomik dönüşümden neredeyse bağımsız bir biçimde eğitim vermeye devam ediyor. Öğrencilere öğretilen bilgiler, çoğu zaman iş dünyasının ihtiyaçlarıyla örtüşmüyor. Bir öğrenci dört yıl boyunca teorik derslerle boğuşurken, özel sektör bambaşka beceriler arıyor: dijital yetkinlik, yabancı dil, problem çözme kabiliyeti, yenilikçi düşünme, ekip çalışması gibi gibi...

Ne yazık ki birçok üniversite, bu alanlarda öğrencilerine donanım kazandıramıyor. Laboratuvarlar eski, staj olanakları yetersiz, müfredatlar ise yıllar öncesinin ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş. Böyle olunca gençler mezun olduklarında, ellerinde diploma ama ellerinin altında iş bulmalarını kolaylaştıracak pratik bir beceri olmadan hayata atılıyor. Oysa bu gidişat değişebilir. Zorunlu ve etkin staj programları, öğrencilerin iş hayatına adım atmadan deneyim kazanmalarını sağlar. Sektör-üniversite iş birliğiyle oluşturulan müfredatlar, öğrencilere güncel teknolojileri ve iş süreçlerini öğretir. Kariyer merkezlerinin güçlendirilmesi, mezunların yeteneklerine uygun alanlara yönlendirilmesini kolaylaştırır. Mesleki rehberlik ve girişimcilik eğitimleri, gençlere sadece “iş arayan” değil, “iş üreten” bir bakış açısı kazandırabilir. Bu çözümler uygulanırsa, diplomalar tekrar anlam kazanabilir.

Gençler mezun olduklarında yalnızca “bilgi” değil, aynı zamanda “beceri” sahibi bireyler olarak iş dünyasında yer bulabilirler. Bir ülkenin en büyük zenginliği yer altı kaynakları değil, üretken ve umutlu gençleridir. Eğer üniversiteler bu gençlerin potansiyelini hayata geçirecek bir sistem kuramazsa, her yıl binlerce mezun değil, binlerce kaybedilmiş fırsat üretmiş oluruz. Türkiye’nin geleceği, üniversite amfilerinde değil, o amfilerde öğrenilen bilginin üretime dönüştüğü iş yerlerinde şekillenecek. Yeter ki gençler, sadece mezun olmayı değil; hayata hazırlanmayı da öğrenebilsin.