YAZARLAR

Tüm Yazıları Mahmut Köksal

Doları her boyutuyla algılayabilmek?

30.11.2016 00:00

Yaşamımızda; varlığı bizleri mutlu, yokluğu ise mutsuz eden, canlı veya cansız bir çok unsurun bizi çok etkilediğini, yaşantımıza ve sosyal ilişkilerimize yön verdiğini, ruhsal ve fiziksel durumumuzu değiştirdiğini biliyoruz. Dolar da (ABD doları) bu kapsamda benzer bir işlev görmekte ve bir çok fonksiyonunun yanı sıra gerek bireyler ile ticari ve kurumsal diğer oluşumların gerekse devletlerin ekonomik gücünün ve performansının belirlenmesinde dünya ölçeğinde kabul görmekte, etkinliği her geçen gün daha da artmakta, varlığı, yokluğu ve eksikliği muhataplarını etkilemekte, özellikle dolar karşısında milli paraları değer kaybeden ülkeleri huzursuz etmekte ve bu devletleri bazen ekonomik sıkıntıya da sokabilmektedir.     

Dolar gibi rezerv para niteliği taşıyan paralar karşısında ülkelerin milli paralarının değerinin düşük veya gerçek değerinden yüksek olmasının mutlak yanlış/doğru olarak değerlendirilmesinin eksik ve yetersiz bir tanımlama olduğu, konjonktüre ve ülkelerin özel durumlarına göre doğruların değişebileceği; günümüzde daha iyi anlaşılmış olmakla birlikte, ülkelerin iradeleri ve öngörüleri dışında milli paralarının değerinde kısa süre içinde oluşan büyük kayıpların nedenlerinin ve sonuçlarının doğru irdelenmesi, sorunların azaltılması ve çözümü açısından önem kazanmaktadır.  

Hepimizin bildiği gibi Ülkemiz, geçmişte; cebinde döviz bulundurmanın hukuken suç sayıldığı, döviz darboğazlarıyla karşılaşıldığı, döviz kısıtlamalarının olduğu ve sabit kur sisteminin uygulandığı dönemleri yaşamış ve döviz konusunda çeşitli deneyimleri bulunan bir Ülke olarak bugünlere gelinmiştir (Geçmişteki dövizle ilgili uygulamaları ve sıkıntıları, her konuda olduğu gibi o zamanın şartları içinde değerlendirmek, yapılan eleştirilerin objektif olmasını sağlayacaktır).

Ülkemizde döviz ve kur konusu her zaman gündemde önemli bir yer oluşturmuş, bazen ihracatımızın artışı için paramızın değerinin düşürülmesi savunulmuş bazen de mili paramızın değerinin dolarla eşitlenmesi gündeme getirilmiştir. Milli paramızın değerinin hızla düştüğü her dönemde dövizle ilgili tartışmaların arttığı ve doğal olarak neden arayışına girildiği ve objektif değerlendirmelerin ise azınlıkta kaldığı görülmüştür. Çünkü, küresel siyasi ve ekonomik konjonktürü, uluslararası ilişkilerimizi ve ülke içi çeşitli nedenleri görmezden gelme veya doğru algılayamama sonucunda yapılan yorumların, gerçekleri yakalaması mümkün değildir.      

Yaşadığımız süreçte; FED’in faiz artırımına ilişkin oluşturduğu ortamın devam etmesi, ABD’nin yeni Başkanının izleyeceği tutumun belirsizliği, gelişmekte olan ülkelerden dış kaynak çıkışı ve yeni kaynak girişindeki çekingenlik, İngiltere’nin AB’den çekilme sürecini başlatması, AB içindeki çeşitli sorunlar, küresel büyümenin ivme kaybetmesi ve bölgesel gerginlikler ile çatışmaların artması; dünyadaki güven ortamını zayıflatmış, belirsizliği artırmış, doların küresel boyutta değerini yükseltmiş ve söz konusu siyasi ve ekonomik gelişmeler sonucunda oluşan iklim bir çok ülkeyi farklı boyutlarıyla etkilemiştir. Bu olumsuz gelişmelerden doğal olarak Türkiye’de payını alarak etkilenmiş ve devam eden bu sürecin Ülkemizdeki ekonomik yansımaları da ivme artırmıştır. Ancak, TL’nin değerinin hızla ve yüksek bir oranda düşmesini sadece bu nedenlere bağlamak rasyonel bir yaklaşım olmayacaktır. Çünkü, Ülkemizdeki enflasyonun yüksekliğini, döviz kurlarındaki artışları, faizlerin seyrini vb. bazı hususları dikkate alan tasarruf sahiplerinin bir kısmı, maddi bir kayba uğramamak veya tasarruflarının getirisini artırmak amacıyla dövize ve özellikle de dolara yönelmiş, bu trend bir çok alanda kendini göstermiş ve bu eğilim kamusal bünyeyi de etki alanına almıştır. Nitekim, Devletin de bu yöndeki yaklaşımı benimsediği; kamu ihaleleri, KÖİ kapsamında gerçekleştirilen projeler, bedelli askerlik, köprü geçiş ücretleri vb. uygulamaların da bu yaklaşımı kanıtladığı, vatandaşların ve ticari oluşumların bu konudaki algılarını kuvvetlendirdiği, bu durumun bankalardaki mevduatlara da yansıdığı ve halen bankalardaki toplam mevduatın yüzde 40,8’ini döviz tevdiat hesaplarının oluşturduğu (Döviz tevdiat hesaplarının da yüzde 58,3’ünü dolar üzerinden açılan hesapların oluşturduğu) görülmektedir. Öte yandan, özel sektör ağırlıklı olsa bile dış borçların ve Hazinenin koşullu yükümlülüklerinin arttığı, ihracat ve turizm gelirlerinin azaldığı ve bu kapsamda cari açığın kırılganlığını koruduğu, dış kaynak giriş ve çıkışları açısından sıkıntı yaşandığı, işsizliğin arttığı, büyümede olumsuz beklentilerin yaşandığı ve enflasyonun direndiği bir ortamda; bir yandan faizi düşürme konusundaki söylemlerin ısrarla savunulduğu, bir yandan da doların hem dünyada hem de Ülkemizde değer kazandığı görülmektedir.

Doların değer kazanması sonucu TL’nin değer kaybının yol açacağı olası sonuçları da düşünmek gerekmektedir. Bu bağlamda faizi ve enflasyonu düşürme süreci olumsuz etkilenecek; genel bir maliyet artışının yanı sıra dövizle borçlanmış şirketler ile üretimi ithalata dayanan şirketlerin TL cinsinden yükümlülükleri ve maliyetleri artacak ve oluşan bu farkı, ürettikleri malın fiyatına yansıtma veya istihdam sayılarını azaltma seçeneklerinden karşılayacaklardır. Ayrıca, şirket bilançolarına yansıyacak bu kur kayıpları; vergisel boyutta kamu gelirlerini de olumsuz etkileyecektir.

Söz konusu gelişmelerin yaşandığı bu süreçte; yapılan bazı ilginç yorum ve önerileri de dikkate alarak bazı hususları irdelemenin de faydalı olacağına inanıyorum. Özellikle enflasyon/döviz kurları/faiz oranları arasındaki ilişkinin ekonominin kendi dengeleri içinde oluştuğunu, bu konularda yapılacak genel kabul görmemiş müdahalelerin ters tepeceğini hatırlatmak isterim. Örneğin; yapılacak yasal düzenlemelerle resmi faizi AB veya ABD seviyesine hızla çekebilir ve ilan edebilirsiniz, ayrıca dövizde sabit kur sistemine de geçebilirsiniz, ancak bunun faturasının çok ağır olacağını ekonomi biliminde biraz mürekkep yalamış olanlar çok iyi bilirler. Dolayısıyla, ekonominin gerçekleriyle örtüşmeyen bu tür söylemleri ifade etmekten kaçınmalıyız.

Diğer yandan, doların TL karşısında aşırı değer kazanması sürecinde TC. Merkez Bankası’nın müdahale gücü değerlendirildiğinde, elindeki çeşitli araçları kullanması doğal görünmekle birlikte, mevcut rezervlerini kullanma refleksi açısından bakılınca hem uluslararası deneyimler hem de rezervlerimizin miktarı, döviz satışı gibi bir adımın atılmasının yanlış olabileceğini göstermiştir. Dolayısıyla, küresel, bölgesel ve iç siyasi ve ekonomik gelişmeler sonucunda doların ulaştığı seviye nedeniyle TC. Merkez Bankası’nı sorumlu tutmak adil bir yaklaşım olmayacaktır. Ayrıca, yaşadığımız bu olumsuz ekonomik süreci tamamen komplo teorilerine bağlayanların da olduğu görülmektedir. Ülkemizi siyasi ve ekonomik açıdan zor duruma düşürmek amacıyla yurt dışı kaynaklı bazı girişimlerin olabileceği düşüncesini tümüyle dışlamamak ve bu olasılığı da değerlendirmek gerekmektedir. Ancak, yaşanan tüm ekonomik sorunların nedenini dış güçlere bağlamak kolaycılığına da kaçmamalıyız. Öte yandan, geçmişte doların değer kazandığı bazı dönemlerde gündeme getirilen; “dövizdeki artışların spekülatif girişimlerden kaynaklandığı” iddiaları için ise şunları söyleyebiliriz; bu amaçla bazı girişimlerin olabileceği olasıdır, ancak kısa bir süre sonra kurların gerçek değerini bulacağı da unutulmamalıdır. Zaten bu süre uzadığında ise kurlardaki değişimlerin nedenini spekülatif bir girişimin sonucuna dayandırmak da mümkün değildir.    

Sonuç itibariyle şunu söylemek mümkündür: Küresel siyasi ve ekonomik gerçekleri kabul etmekle birlikte, Ülkemizin de yapması gerekenler olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Öncelikle iç siyasi gündemi gerginlikten uzak tutacak bir huzur ortamı oluşturulmalı ve tamamen ekonomiye odaklanılmalı, küresel ve bölgesel boyutta uluslararası ilişkilerimiz normale dönüştürülmeli, dövizle yaşadığımız sıkıntıları da çözecek kapsamlı gerçek bir ekonomik yapısal dönüşümü sağlamalıyız. Bu kapsamda; yetersiz olan döviz gelirlerimizi ve rezervlerimizi artırmalı, geçici çözüm arayışları yerine kalıcı çözümleri sağlamak üzere ihracata ve turizme gereken ivmeyi kazandırmalı ve bu mili süreci başarmak için eğitime ve bilime özel bir önem vermeliyiz.

Haberler

Gündem

UND, tır sürücülerinin 'acil ve öncelikli' olarak Schengen vizesi alabilmesi için destek istedi

Ekonomi

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlanıyor

Gündem

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Terörü öyle ya da böyle yok edeceğiz, kararlıyız

Gündem

TBMM'nin açılışı, kurtuluş mücadelesinin en önemli safhalarından biri oldu

Gündem

"Irak ziyaretim ve anlaşmalar Türkiye-Irak münasebetlerinde yeni bir dönüm noktası teşkil edecek"

Gündem

"Kalkınma Yolu Projesi" ile Avrupa'nın her ülkesine kesintisiz ulaşım sağlanacak

Gündem

Türkiye'nin "aşı üretim üssü" için çalışmalar hızla sürüyor

Ekonomi

Uzmanlar, alışverişlerde "IBAN ile ödeme"lerin artması nedeniyle tarafları uyardı

Gündem

İstanbul'da kuvvetli yağış nedeniyle trafikte aksamalar yaşanıyor

Gündem

ÖSYM'nin dünyadan izole sınav merkezi kapılarını ilk kez açtı

Ekonomi

Tokat'ta 5,6 büyüklüğünde deprem

Otomotiv

TOGG, üçüncü modeli T8X'in çalışmalarına başladı